Yeni Şafak yazarı Selçuk Türkyılmaz, Karar Gazetesi yazarı Taha Akyol'u eleştirdiği bir yazı kaleme aldı.
Türkyılmaz'ın Yeni Şafak'ta “Taha Akyol’un bilinç düzeyi neye eşittir?” başlıklı yazısı şöyle:
"Taha Akyol bir süredir “İktisatçılara güveniyorum”, “Allah’a mı iktisatçılara mı güvenelim?!”, “Erdoğan’ın yeni keşfi emperyalizm”, “Allah’tan emir alarak yönetmek” ve “Müslümanların siyaset sorunu” gibi son derece tartışmalı başlıklarla tartışmalı yazılar kaleme alıyor. Bunlardan en sonuncusu “Müslümanların Batı sorunu” başlığını taşıyor. Yazar daha önce Karar’daki köşesinde “Müslümanların yolsuzluk sorunu” gibi oldukça indirgemeci bir yazı ile okuyucuların karşısına çıkmıştı. Ben de bu yazıyı eleştiren “Yeni bir müstemleke dili nasıl oluşur?” başlıklı bir yazı ile okuyucuların karşısına çıkmıştım. Anlaşılacağı gibi Akyol’un yazı başlıkları dahi oldukça sorunlu bir dile ve anlayışa işaret ediyor. İktisatçılara güvendiğini söyledikten sonra Allah’a mı iktisatçılara mı güvenmek gerektiği yönündeki bir sorunun cevabının sadece ekonomiyi ilgilendirmeyeceği çok açıktır. Fakat “Müslümanlar” gibi son derece kuşatıcı bir ifadenin itikadın dışında da ciddî bir karşılığı olmalı.
Akyol’un Karar’da yayımlanan ve son derece sorunlu bir dille kaleme alındığı hemen anlaşılan son yazısı “Müslümanların Batı sorunu” başlığını taşıyor. Bu yazıda özellikle giriş bölümünde yer alan paragraflar üzerinde duracağım. Akyol şöyle diyor:
“Sadece Müslümanların değil, bütün Batı-dışı toplumların bir ‘Batı sorunu’ var. Batı sömürgeciliği, emperyalist savaşlar, müdahaleler elbette zihinlerde ve ruhlarda derin izler bıraktı.”
Bu paragrafta yer alan “Bütün Batı dışı toplumlarla birlikte Müslümanların da bir Batı sorunu vardır” yargısını, bir sonraki paragraf ile birlikte düşünmek gerekir. Yazar şunu ilave ediyor: “Asırların oluşturduğu bu bilinçaltı sebebiyle bugün Türkiye’de ‘dış güçler’ ve benzeri sözler hayli etkili oluyor.”
Lafı uzatmaya hiç gerek yok. Akyol’un “Batı dışı toplumlar” ve “Müslümanlar” gibi ifadeleri de sorunludur, çünkü milletlerden bahsetmiyor. Fakat bundan daha vahimi Batı karşısındaki konumların “bilinçaltı” kavramının sınırlarına hapsedilmesidir. Yazar açıkça “sömürgecilik, emperyalist savaşlar ve müdahaleler” dediğine göre bu bağlamda oluşan bütün karşıtlıkları da bilinçaltı kavramı ile izah etmektedir.
Bilinçaltı, psikoloji ilminin kavramıdır. Yazar “bilinçaltı” kategorisine dâhil etmekle Batı dışındaki toplumların ve Müslümanların Batı karşısında geliştirdiği bütün sosyal, siyasî vs. alanlardaki fikirleri, hareketleri ve oluşumları psikoloji ilminin imkânlarına göre değerlendirmiş oluyor. Zaten bu paragrafın devamında “Çağımızda mesele, Batı ile ilişkilerde bilinçaltıyla değil, bilinçle, ülkenin uzun vadeli ve esaslı çıkarlarını gözden kaçırmadan hareket edebilmektir. Uzun vadeli ve esaslı çıkarların başında bilim hayatının, hukukun ve ekonomin gelişmesi gelir.” diyor. Bu cümleler psikoloji ilmini öne sürmesinin tesadüfî olmadığını gösteriyor. Yazar böylelikle bilinç düzeyine çıkmanın yollarını gösteriyor. Gerçi, Batı-dışının Batı sorunu niçin bilinçaltı kategorisine dâhil ediliyor, sorusunun cevabı verilmemiş ama bunun bir önemi yok. Herhâlde o böyle söylediği için inanmamız gerekiyor.
Eğer on dokuzuncu yüzyılın başı ile sınırlandırırsak, iki yüzyıldan fazla bir zamanda Müslümanların ve diğer Batı dışı toplumların Batı karşısındaki durumunu bilinçaltı gibi muğlak bir kategoriye dâhil etmekle Akyol ne söylemek istiyor? Bu toplumlar çocukluk çağında mı, millet öncesi durumu mu yaşıyor ve gayr-i medenî midir? Bilinç düzeyine erişmek için bilim, hukuk ve ekonominin gelişmesi gerekir, cümlesi Batı kavramı olmadan anlaşılmaz. Zaten yazar Batı eğilimli bir dünya görüşüne sahip olduğunu birçok defa dile getirmişti. Akyol, “tarihsiz toplumlar”, bekledikleri istasyondan ayrılıp Batı’nın zamanına geçince bilinç düzeyine çıkmış olacaklardır, demek istiyor. Öyle anlaşılıyor ki bilinç düzeyine çıkmadıkları müddetçe bütün gelişmeler psikolojik bir tepki olmaktan öteye geçemeyecektir.
Daha önce müstemleke dilinin yeniden oluşumundan bahsederek sömürge kavramının yanlışlığını gündeme getirmiştim. “Müstemleke zihniyeti” çok daha isabetli bir adlandırmadır. İstismarda kullanılma anlamı öne çıkar. Hâlbuki istimlak edilmiş bir zihin dünyası çok daha çarpıcı bir duruma işaret eder. Bu adlandırma “mülk edinilmiş, gelip yerleşilmiş, ekilip dikilmiş, iskân edinilmiş bir zihni” düşünmemizi gerektirir. Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun “bizim tarlalar sürülmüş” serzenişini bu bağlamda değerlendirebiliriz.
En azından bizim için son iki yüz yılı bilinçaltı kavramına sıkıştırdıklarında istimlak edilmiş bir zihin ile karşı karşıya olduğumuzu düşünebiliriz."