Charles Bukowski Efsanesi...

Charles Bukowski Efsanesi...
A- A+

Yaşamı boyunca burjuva toplumunu eleştiren ve alkolikleri, hayat kadınlarını ve düşkünlerin hayatını anlatan eserler üreten Charles Bukowski, ABD yaşam tarzının burjuva klişelerini eleştirirken, gündelik yaşamını, alkol bağımlılığını, kadınlarla olan ilişkilerini de dolaysız bir biçimde aktarmıştır. Bu nedenle bazen müstehcenlikle suçlandığı da olmuştur.

Charles Bukowski 16 Ağustos 1920 tarihinde Almanya’nın Andernach kentinde doğdu. Babası Amerikalı bir asker, annesi ise Alman’dı. ABD’ye taşındıktan sonra, trajik bir çocukluk geçiren ve bu döneminde babasının sürekli şiddetine maruz kalan Charles Bukowski hayatının çoğunu Los Angeles'ta yaşadı. Küçükken oldukça içe kapanık ve sessiz bir yapısı olan Bukowski, genç yaşta alkol ile tanışmasının ardından hayatı umursamayan, adeta “özü ile sözü bir” kişiliğe bürünmüştür. Kısa bir süre Los Angeles Şehir Koleji'ne (1939–41) katıldı. İlk kez 1940'ların ortalarında yayınlanan kısa öyküler yazarken sıradan işlerde çalıştı. Yazmayı bırakıp ABD'yi dolaşıp yoksul bir alkolik serseri hayatını yaşadığı 10 yıllık bir dönemin ardından, Los Angeles'a döndü ve 1955'te şiir yayınlamaya başladı. Çiçek, Yumruk ve Bestial Wail (1959) ile başlayan ciltler şiirlerinin çoğu küçük yeraltı yayınevlerinde neredeyse her yıl yayınlandı. Bukowski 9 Mart 1994 tarihinde 73 yaşında San Pedro’da kan kanseri nedeniyle hayatını kaybetti. Kendini huysuz bir ihtiyar olarak tanımlayan ve ateist olan yazarın cenazesi Budist rahipler tarafından kaldırılmıştır.

Bukowski kadınlar, içki ve atlar hakkında yazdı. Kedileri de severdi. Kediler ile ilgili şöyle yazmıştır: “Etrafta bir sürü kediye sahip olmak iyidir. Kendinizi kötü hissediyorsanız, sadece kedilere bakın, kendinizi daha iyi hissedeceksiniz çünkü onlar her şeyin olduğu gibi olduğunu biliyorlar. Heyecanlanacak bir şey yok. Sadece biliyorlar. Onlar kurtarıcıdır. Ne kadar çok kediniz varsa, o kadar uzun yaşarsınız. Yüzünüz varsa, on kişiden on kat daha uzun yaşarsınız. Bir gün bu keşfedilecek ve insanların binlerce kedisi olacak ve sonsuza kadar yaşayacak. Gerçekten saçma. "

Bukowski'nin şiir ve öyküleri yaşamının günceleri gibidir adeta. Örneğin alkolikler, fahişeler, kaybeden kumarbazlar ve müstehcen insanlar hakkında bir şiir koleksiyonu olan It Catches My Heart in Its Hands'i (Yüreğimi Ellerinde Yakalıyor) yayınladığı yıl olan 1963'te Bukowski’nin sadık bir takipçi kitlesi vardı. Kariyerine "kült yazarlarından" biri olarak başlamamış olsa da, süreç içinde çalışmaları o kadar popüler ve etkili oldu ki, öldüğünde en tanınmış Amerikalı yazarlardan biriydi. Bukowski öylesine üretken bir yazardı ki, üretimi kendi ömrünü aştı. Daha önce yayınlanmamış şiirlerinin ölümünden sonra çok sayıda kitap haline geldiği bilinmektedir.

Bukowski’nin kısa öyküleri ve romanları acımasızca gerçekçi ve genellikle komiktir. Bu anlatılar, genellikle Bukowski’nin klasik müzik aşığı, çok içki içen ve vasıfsız bir işçi olan ikinci kişiliği Henry Chinaski'nin, at yarışlarında, barlarda ve kadınların koyunlarında geçen yaşamını gözlemler ve bize yansıtırlar. Ölümünden kısa bir süre önce tamamladığı Pulp romanı ise 1994 yılında yayınlanmıştır.

Bukowski’nin pek çok şiir, öykü ve romanını okudum, bunlar arasında ilk akla gelenler Postane (Post Office), Factotum, Hollywood ile Avi Pardo'nun mükemmel çevirileri ile Türkçe’ye kazandırılan Kasabanın En Güzel Kızı ve Büyük Zen Düğünü’dür. Ancak en bizce en etkileyici eseri “Kadınlar” olmuştur. Kadınlar’da içki üzerine şöyle yazmıştır ve bu sözler kültleşmiştir;

“İçki içmenin sorunu bu, diye düşündüm, kendime bir içki koyarken. Kötü bir şey olursa, unutmak için içersiniz; iyi bir şey olursa kutlamak için içersiniz ve eğer hiçbir şey olmazsa, bir şeyin olması için içersiniz.”

“Pansiyon Manzumeleri”; “Kaptan Yemeğe Çıktı ve Tayfalar Gemiyi Ele Geçirdi”; “Suda Yan Ateşte Boğul”; “Ölüler Böyle Sever” bu aykırı yazarın Türkçe’de yayınlanmış diğer önemli eserleri olarak sayılabilir.

'İÇMEYİ SEVERİM TEMBELDİM'

Sinemada ise Ben Gazzara ve Ornella Muti’nin başrollerde olduğu Marco Ferreri tarafından yönetilen Sıradan Delilik Masalları (Tales of Ordinary Madness) bizce müthiş bir Bukowski uyarlamasıdır. 1981 yapımı bu filmde İtalyan yönetmen, Charles Bukowski'nin çeşitli hikâyelerini sorunsuz bir şekilde birbirine bağlayarak, merak uyandıran bir izlek oluşturmuştur. Ben Gazzara tarafından hayat verilen şair Charles Serking ise şüphesiz ki Bukowski’nin düpedüz kendisidir, bu filmde. Bir grup sıkılmış öğrenciye şiirlerin okunduğu bir dersin ardından, alkol ve seks bağımlısı şairimiz, kuliste genç bir kızla tanışır. Bu kızın ardından Los Angeles'a gider ve tuhaf kadınlarla seks yapar. Charles, bir barda kendine zarar veren muhteşem fahişe Cass ile karşılaştığında, ruh eşini bulduğuna inanır ve ona âşık olur… Bukowski’den bahsedilirken üzerinde durulması gereken diğer bir eser ise “Barfly” filmidir (Türkiye’de “Bar Kelebeği” ismiyle vizyona girmiştir). Gişede pak başarılı olmasa da giderek Kült haline gelen Barfly filminin senaryosu 1987 yılında Charles Bukowski tarafından yazılmıştır. Barfly, Barbet Schroeder'in yönettiği, Mickey Rourke ve Faye Dunaway'in başrollerini paylaştığı 1987 yapımı bir Amerikan filmidir. Film, şair -yazar Charles Bukowski'nin (ikinci kişiliği Henry Chinaski'nin) Los Angeles'ta yoğun bir şekilde içki içtiği dönemi sunan bir yarı otobiyografisidir. Bu filmdeRourke, Chinaski’de bize göre unutulmaz bir performans sergilerken, alkol bağımlısı ve umarsız Wanda rolünde büyük oyuncu Dunaway ise her sekans da rol çalandır. Bukowski ise Rourke tarafından ortaya konan performansı beğenmemiş ve şöyle demiştir; “… Doğru anlamadı... Her şeyi abartmış, doğru değil… Yani, hayır, biraz yanlış yapıldı". Bukowski’nin hoşnutsuzluğuna rağmen Barfly kendi hayranlarını yaratan bir kült olarak kuşaktan kuşağa meraklısına ulaşmıştır.

Bukowski’ye geçtiğimiz günlerdeki 120. Yaş günü vesilesiyle iyi ki doğdun derken, son sözü yeraltı edebiyatının bu yalnız, fütursuz ve benzersiz koşucusuna bırakalım:

“İçmeyi severdim, tembeldim. Bir tanrım, politikam, fikirlerim, ideallerim yoktu. Ben hiçliğe yerleşmiştim; bir tür yokluk ve bunu kabul ettim. İlginç bir insan olmadım. İlginç olmak istemedim, bu çok zordu. Gerçekten istediğim, yaşayacağım ve yalnız bırakılacağım yumuşak, puslu bir alandı. Öte yandan sarhoş olduğumda çığlık attım, çıldırdım, kontrolden çıktım. Bir davranışım diğerine uymuyordu. Umursamadım.”

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

Yorum yazmalısınız
İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Manşet haberler
  •  
  •  
  •  
  •  
  •  
  •  
  •  
  •  
  •  
  •  
  •  
  •  
  •  
  •  
  •  
  •  
  •  
  •  
  •  
  •