SON DAKİKA

Kartalkaya’daki yangının psikolojik izleri...

Kartalkaya’daki yangının psikolojik izleri...
A- A+

Uzman Psikolog Esra Tanrıverdi yazdı…

21 Ocak benim doğum günüm. Her yıl umut ve sevinçle beklediğim bu gün, bu yıl derin bir trajediyle gölgelendi. Kartalkaya’da yaşanan otel yangını, 78 insanın hayatını kaybetmesine neden oldu. Bu büyük kaybı hatırlayarak yaşamaya devam edeceğimi bilmek, benim için ağır bir yük. Kendi özel günümde bu kadar acı bir olayın yaşanması, hayatın ne kadar öngörülemez olduğunu bir kez daha gösteriyor.

Bir psikolog olarak travmaları anlamak ve anlamlandırmak benim için mesleki bir sorumluluk. Ancak böylesine trajik bir olayın, kişisel tarihimin bir parçası haline gelmesi, duygusal bir derinlik katıyor. Yangının ardından ortaya çıkan kayıp, korku ve suçluluk duyguları; yalnızca doğrudan etkilenenler için değil, bu trajediyi izleyen, duyan ya da öğrenen herkes için ağır bir yük.

Travma, Yas ve İnsan Zihninin Kırılganlığı

Yangın, doğrudan etkilediği kişilerde travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) gibi kalıcı psikolojik rahatsızlıklara yol açabilir. Yangından kurtulanların “hayatta kalanın suçluluğu” olarak bilinen yoğun bir suçluluk duygusu hissetmesi muhtemel. Friedrich Nietzsche’nin dediği gibi: “Acı çeken kişi, neden acı çektiğini bilmek ister; acı, kendi başına yetmez.” Bu yangın da sadece fiziksel kayıplarla değil, aynı zamanda insanların yaşadığı manevi boşluk ve anlam arayışıyla yankı buluyor.

Böyle bir olayın ardından yas süreci başlar; bu süreçte insanlar kayıplarını anlamlandırmaya ve duygularını düzenlemeye çalışır. Yasın evrelerini tanımlayan Elisabeth Kübler-Ross’a göre, bu süreç inkar, öfke, pazarlık, depresyon ve kabullenme aşamalarından geçer. Ancak büyük çaplı felaketlerde, özellikle kolektif bir travma yaşandığında, bu süreç çok daha karmaşık hale gelir.

Güvenlik ve Toplumsal Sorumluluk

Yangının oteldeki ihmalden kaynaklandığı belirtiliyor. Yangın alarm sistemlerinin çalışmaması ve bina güvenliğine dair eksiklikler, toplumsal güven duygusunu derinden sarsıyor. İnsanlar, kendilerini güvende hissettikleri yerlerde bile savunmasız olduklarını düşündüklerinde, temel güvenlik algıları zedelenir. Jean-Paul Sartre’ın dediği gibi: “Özgürlük, sorumlulukla birlikte gelir.” Bu söz, bireyler ve kurumlar olarak sorumluluklarımızı hatırlatıyor.

Yangın gibi felaketler, sadece kişisel düzeyde değil, toplumsal düzeyde de bir hesaplaşmayı gerektirir. Bu olay, güvenlik önlemlerinin ne kadar hayati olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Toplumsal yapının sorumluluk alması ve gelecekte benzer felaketlerin yaşanmaması için gerekli adımları atması şarttır.

Dayanışma ve Umut

Böylesine büyük kayıpların ardından insanlar genellikle bir araya gelerek dayanışma gösterir. Bu dayanışma, yalnızca mağdurlar için değil, toplumun geri kalanı için de iyileştirici bir rol oynar. Felaketler, insanların ve kurumların zaaflarını gözler önüne sererken, bir yandan da iyileşme ve birliktelik için fırsat sunar.

Artık 21 Ocak, benim için yalnızca bir doğum günü değil; aynı zamanda insan hayatının kırılganlığını ve değerini hatırlatan bir gün olacak. Bu yazıyı kaleme alırken, hem kişisel duygularımı hem de profesyonel bakış açımı birleştirmeye çalıştım. Felaketlerin gölgesinde bile, yeniden umut inşa etmenin mümkün olduğunu biliyorum. Bu umudu büyütmek ve dayanışmayı artırmak hepimizin görevi.

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

Yorum yazmalısınız
İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Manşet haberler
  •  
  •  
  •  
  •  
  •  
  •  
  •  
  •  
  •  
  •  
  •  
  •  
  •  
  •  
  •  
  •  
  •  
  •  
  •  
  •