Uzman Psikolog Esra Tanrıverdi yazdı…
Sevgili okurlar,
Son zamanlarda Carl Gustav Jung’un adı her yerde karşımıza çıkar oldu. Psikolojiden sanata, hatta edebiyata kadar birçok konuda Jung’un fikirleri referans gösteriliyor. Öyle ki neredeyse “Çiçekler açar, arketipler saçar” diye bir şiir yazılıp altına Jung’un imzası atılacak gibi görünüyor. Ancak burada bir yanlış anlaşılma var. Jung’un teorileri, yüzeysel bir şekilde her duruma uygulanabilecek türden değil. O zaman soralım: Jung gerçekten ne demişti? Ve şu herkesin diline pelesenk ettiği “arketip” ne anlama geliyor?
Arketip, en basit haliyle, insanlığın ortak hafızasında biriken evrensel simgeler ve kalıplardır. Örneğin, “anne” dediğimizde aklımıza şefkatli, koruyucu bir figür gelir. Bu, bir arketiptir ya da masallardaki kahramanlar, hepimizin bilinçdışında yer alan cesur, mücadeleci karakterlerdir.
Jung’a göre bu tür arketipler, kültürden bağımsız olarak hepimizin zihin dünyasında bulunur ve rüyalarımızdan hikayelerimize kadar her yerde kendini gösterir. Aslında Jung, bireysel yaşantılarımızın ötesinde, insanlık tarihinden gelen bir kolektif bilinçdışına sahip olduğumuzu söyler.
Ancak bu fikirler, bugünkü popüler kullanımında çoğu zaman yüzeysel bir şekilde ele alınıyor. Örneğin, Jung’un “Gölgenle yüzleş” demesi, insanın kendi karanlık yanlarını kabul etmesi ve onlarla barışması gerektiğine işaret eder. Bu, derin bir içsel yolculuktur. Ama şimdi görüyorum ki bu söz, “Instagram filtresi ekle” gibi yorumlanıyor! Hatta bir gün kahve falında “Aa, fincanda kolektif bilinçdışını gördüm” dediklerini bile duyabiliriz.
Şaka bir yana, Jung’un teorileri oldukça derin ve kapsamlı. Ancak bu teorilerin doğru anlaşılması ve yerli yerinde kullanılması gerek. Örneğin, animus (her kadında bulunan eril enerji) ya da anima (her erkekte bulunan dişil enerji) gibi kavramlar, insan ruhunu anlamada güçlü araçlardır. Fakat bu kavramlar, bilimsel anlamda herkesin her durumunu açıklayacak kesinlikte değil. Jung’un kolektif bilinçdışı gibi teorileri, bilimsel çevrelerde zaman zaman eleştirilmiştir. Bazıları, bu fikirlerin kanıtlanabilir olmamasını, bilimsel kesinlikten uzak bulur. Ancak bu eleştiriler, Jung’un psikolojiye kazandırdığı zenginliği gölgeleyemez.
Günümüzde, Jung’un fikirlerinin popülerliği arttıkça, bu teorilerin yüzeyselleştiğini görüyoruz. Her davranışı arketiplerle, her durumu kolektif bilinçdışıyla açıklama çabası, Jung’un teorilerinin özünü basitleştiriyor. Halbuki Jung’un fikirleri, insanın kendini ve dünyayı daha derin bir şekilde anlaması için geliştirilmişti. Onun teorilerini gerçekten anlamak, derinlemesine bir okuma ve ciddi bir düşünsel çaba gerektirir.
Özetle, Jung’u doğru anlamak ve doğru aktarmak önemli. Onun teorilerini halkın anlayacağı bir dille anlatmak, bu değerli fikirlerin daha geniş kitlelere ulaşmasını sağlar. Ancak yüzeysel yorumlarla ve her yere uygulanmaya çalışılarak bu teoriler yanlış anlaşılır hale geliyor. İnsan psikolojisi kahve falları ya da şiir altı yorumlarına indirgenecek kadar basit değil. Jung’un derin fikirlerini anlamak için gerçekten çaba göstermeli ve ona hakkını teslim etmeliyiz. Yoksa bir gün sosyal medyada “Bu rüyayı Jung açıklasın!” diye bir akım başlarsa şaşırmamak gerekir!