SON DAKİKA

Hürriyet yazarı Hande Fırat gazetecilikteki büyük kırılmayı yazdı! ‘İğneyi kendimize batırmadan…’

Hürriyet yazarı Hande Fırat gazetecilikteki büyük kırılmayı yazdı! ‘İğneyi kendimize batırmadan…’
A- A+

Hürriyet yazarı Hande Fırat, gazetecilikte liyakatin muhabirlikten anchor’lığa, editoryal hiyerarşiden medya sahipliğine kadar nasıl eridiğini sorguladığı son yazısında ABD ve Avrupa’daki uygulamalarla Türkiye’yi karşılaştırdı. Spikerliğin ‘görünürlük ödülü’ne dönüşmesini, liyakatsiz yükselmeleri, gazetecilerin siyasi aktör gibi konumlanmasını ve sistemin bütüncül olarak çöküşünü eleştiren Hande Fırat, “İğneyi kendimize batırmadan bu meslek iyileşmez” uyarısında bulundu.

Gazeteci Hande Fırat, bugünkü köşe yazısında Türkiye’de gazeteciliğin yapısal sorunlarını mercek altına aldı.

Muhabirlik kültürünün zayıflamasıyla başlayan sürecin spikerliğin içinin boşalmasına, editoryal sorumluluğun kaybolmasına ve gazetecilerin siyaset adına konuşur hale gelmesine yol açtığını vurgulayan Fırat, Batı medyasındaki liyakat temelli sistemlerle karşılaştırarak Türkiye’deki medya düzeninin ciddi bir kriz içinde olduğunu yazdı.

“Bu yazım tüm medya kuruluşlarınaydı. Kimse gazetecilik mesleğinin geldiği noktada masum ve günahsız değil. Ancak yerlerimize gelecek yeni nesillere temiz bir başlangıç bırakmak zorundayız” diyen Hande Fırat, “Asıl mesele sistemdir. Muhabirliğin tanımı kaybolduysa, anchor’lık boşaldıysa, editoryal hiyerarşi çöktüyse, medya sahipliği şeffaf değilse sistem çökmüş demektir. İğneyi kendimize batırmadan bu meslek iyileşmez” tespitinde bulundu.

Hande Fırat’ın ‘Şimdi iğneyi batırma zamanı’ başlıklı yazı dizisinin ikinci bölümü şöyle:

İlk bölümde mesleğin belkemiği olması gereken muhabir, fotomuhabiri ve kameramanların durumunu ele almıştık.

Şimdi ikinci bölüme geçiyoruz. Sorulması gereken soru ile başlayacağız; gazetecilikte liyakat, muhabirlikten anchor’lığa, editoryal hiyerarşiden medya sahipliğine kadar nasıl eridi? Ve dünyada bu işler nasıl yürüyor?

ANCHOR VE SPİKER MESELESİ: EN BÜYÜK YANILGI

ABD ve Avrupa’da en temel ayrım şudur: Newsreader/spiker haberi “okuyan”; anchor ise haberi “yöneten” kişidir. Yani anchor sadece “ekran yüzü” değil, yayın aklının da parçasıdır. Bu yüzden CNN/BBC ölçeğinde anchor’lık CV’de “güzel diksiyon” satırıyla değil, yıllar içinde biriken editoryal güven ile verilir. Anchor, yayının editoryal sorumluluğunu taşır. Kriz anında yayını yönetir, doğrulanmamış bilgiyi durdurur, gerekirse kendi kanalını yavaşlatır. Onlara danışılmadan konuk belirlenmez. Anchor, konuklarını tanıtımdan öğrenmez;

ABD’de büyük kanallarda (CNN, NBC, ABC, CBS) nasıl anchor olunacağı bir kurala bağlanmıştır: Önce muhabirlik, sonra stüdyo–saha hibrit rolleri, ardından “fill-in anchor” (yedek sunucu), en son prime-time anchor’ı olunur. Kurumlar bunu bir tür “risk yönetimi” gibi görür; kriz anında yayını taşıyamayacak birine ana masa teslim edilmez.

Avrupa ayağındaki en net kurallardan biri ise şudur: Sunucu/anchor yorum yapabilir ama program türü, denge kuralları dışına çıkarak “parti savunuculuğu” yapamaz.

CNN’de, BBC’de, Al Jazeera’da anchor’lar yıllarca sahada çalışmış, editörlük yapmış, hata yapmış ve o hatanın bedelini ödemiş insanlardır.

Türkiye’de ise anchor’lık uzun zamandır başka bir yere savruldu. Öncelikle sahada çalışmış, editörlük yapmış yani muhabirlikten anchor’lığa gelmiş meslektaş sayımız çok az. Bunun yerine televizyon kanalları dünyada büyük kanallarda çok tercih edilmeyen spikerlik yöntemini tercih ediyorlar. Onların arasında okuyan, kendini yetiştiren başarılı isimler de var. Konumuz bu isimler değil.

Konumuz son dönemdeki operasyonlardan yola çıkarak mesleği tuhaf hale getirenler. Spikerlik ne yazık ki görünürlükle, estetikle, düzgün diksiyonla tanımlanır hale geldi. Oysa güzel olmak, düzgün konuşmak hiçbir yerde tek başına yeterli değildir.

Yurtdışında elbette ekranda “görünüm standardı” vardır; ama ana mantık “seksapel” değil, ciddiyet ve dikkat dağıtmamadır. Haber sunan kadınlar ya da erkekler “çekici olmak” zorunda değildir; inandırıcı olmak zorundadır. Batı ekranında ‘dikkat çekmek’ değil, ‘dikkat dağıtmamak’ profesyonelliktir.

Anchor/spiker pozisyonu bizde çoğu zaman “görünürlük ödülü”ne döndüğünde editoryal sorumluluk boşalıyor; boşalan yere de ya patronaj ya klikler ya da ‘görüntü ekonomisi’ oturuyor. Bu, sadece kadınlara haksızlık değil; izleyiciye de haksızlık.

LİYAKATSİZ YÜKSELMELER

Türkiye’de en yıpratıcı alanlardan biri de liyakatsiz yükselmelerdir. Bir gecede köşe yazarı yapılanlar, ekranlara taşınanlar, editoryal sorumluluk almadan “kanaat önderi” ilan edilenler... Yurtdışında böyle bir şey yoktur.

Yurtdışında “editor-in-chief/director of news/managing editor” rolleri, genellikle üç sacayağında ölçülür: Editoryal karar kalitesi, ekip yönetimi, kriz yönetimi. Bu pozisyonlar, çoğu yerde “haberin sahipliği” değil, “haberin hesabı”dır.

ABD’de ve Avrupa’da genel yayın yönetmeni, yayın çizgisinin ve editoryal etiğin garantisidir. Siyasi iktidarla, patronla, reklam verenle mesafeyi korumak onun asli görevidir.

Kısacası yurtdışında genel yayın yönetmeni, uzun yıllar editoryal kademelerden geçmiş kişidir. Haber masasında pişmiştir. Hata yapmıştır, bedel ödemiştir. Kurumu temsil eder. Gazeteciliğin etik sınırlarını korumakla yükümlüdür.

Türkiye’de ise bu rol giderek zayıfladı. İstisnalar hariç, genel yayın yönetmeni çoğu zaman editoryal lider değil, kriz yöneticisi ya da siyasi arabulucu gibi konumlandı. Bu da kurumsal refleksi çökertti.

BAŞKAN, CUMHURBAŞKANI, BAŞBAKANLIK MUHABİRİ OLMAK VE UÇAĞA BİNMEK

ABD’de “White House correspondent” olmak, pratikte White House beat dediğimiz uzmanlık alanına (beat) düzenli şekilde atanmakla başlar. Burada kilit mekanizma press pool (basın havuzu) düzenidir; yer darlığı veya erişim sınırlı olduğu için küçük bir grup gazeteci temsil görevi üstlenir, sonra tüm basınla paylaşır.

2025’te havuz rotasyonunun kontrolüyle ilgili Beyaz Saray–WHCA arasında ciddi gerilimler ve erişim tartışmaları yaşandığı haberleştirildi. Reuters ve Politico, Beyaz Saray’ın pool seçimi üzerinde daha fazla kontrol arayışını ve bunun basın bağımsızlığı açısından tartışmasını aktardı.

Kısacası Air Force One’a, yani başkanın uçağına binmek bir ödül değildir. Basın havuzu sistemiyle belirlenir. AP, Reuters gibi ajanslar neredeyse her zaman havuzdadır, çünkü onların geçtiği bilgi tüm dünyaya yayılır. Diğer medya kuruluşları rotasyonla seçilir. Oraya giden gazeteci kendi adına değil, tüm basın adına oradadır.

Fransa’da cumhurbaşkanlığı (Élysée) muhabirliği, pratikte akreditasyon ve “Élysée’yi düzenli takip” üzerinden işler. Élysée’nin basın düzeni/erişim tartışmaları ve basın odasının konumu bile ülkede haberleştirilen bir konu olmuştur; bu da “kurum–basın ilişkisi”nin başlı başına bir denetim alanı olduğunu gösterir.

İngiltere’de başbakanı düzenli takip eden gazetecilik ekosistemi, “Downing Street lobby” dediğimiz akredite siyasi muhabirler sistemiyle anılır. Son günlerde (Aralık 2025) Downing Street brifing düzeninde değişiklik tartışmaları bile sistemin gazeteciler tarafından sürekli izlenip eleştirildiğini gösteriyor.

Kısacası Fransa’da da İngiltere’de de tablo benzerdir. Cumhurbaşkanı ya da başbakanı izleyen gazeteciler en deneyimli siyaset muhabirleridir. Bu görev, prestijden çok yük demektir. Çünkü yapılan her hata kurumu da yakar.

Türkiye’de AK Parti’nin özellikle ilk yıllarında lideri yurtiçinde ve yurtdışında ilgili muhabirler takip ediyordu. Sonrasında ise dönüşümlü olarak Ankara temsilcileri, genel yayın yönetmenleri ve ilgili köşe yazarları alındı. Ancak son dönemde uçağa binen gazeteciler çeşitlendirildi. Bu yapılırken de belli ki gazetecilik geçmişleri, muhabirlik yapıp yapmadıkları, meslek hayatları boyunca uluslararası zirve izleyip izlemedikleri, dış politika bilgileri gözden kaçırıldı.

VEKALET YAYINLARI VE YAZILARI

İster muhalefet ister iktidar kanadına yakın medya kuruluşu olsun ne yazık ki hepimiz çizgiyi aştık.

ABD’de, Avrupa’da bir gazeteci ekrana çıkıp bir partinin sözcüsü gibi konuşamaz. Yorum yapar ama mesafesini korur. Türkiye’de ise bu sınır neredeyse tamamen silinmiş durumda. Gazeteciler siyasi aktör gibi konuşuyor. Bu, hem gazeteciliğe hem siyasete zarar veriyor.

Televizyon kanallarında partisinin görüşünü anlatması gereken siyasetçiler tartışma programlarına genel olarak ya çıkmıyor ya da çağrılmıyor. Onların yerine vekalet yayınlarını ne yazık ki gazeteciler yapıyor. Hal böyle olunca da gazeteci siyasi parti sözcüsüne dönüyor.

Buradan çağrım tartışma programlarına artık işin gerçek sahipleri yani siyasiler çıksın. Gazeteciler de o partinin, bu partinin gazetecisi diye etiketlenmesin. Onların işi doğruya doğru, yanlışa yanlış diyerek haber yapmaktır.

Köşe yazarlığı yurtdışında her gün yapılan bir iş değildir. Köşe yazarlığı muhabirin haberini yazmak değildir. Köşe yazarı görüşlerini anlatır, perde arkası bilgileri yorumlar. Haliyle bunun her gün yapılması pek mümkün değildir.

SON SÖZ

Bu yazım tüm medya kuruluşlarınaydı. Kimse gazetecilik mesleğinin geldiği noktada masum ve günahsız değil. Ancak yerlerimize gelecek yeni nesillere temiz bir başlangıç bırakmak zorundayız. Asıl mesele sistemdir. Muhabirliğin tanımı kaybolduysa, anchor’lık boşaldıysa, editoryal hiyerarşi çöktüyse, medya sahipliği şeffaf değilse sistem çökmüş demektir. İğneyi kendimize batırmadan bu meslek iyileşmez.

MEDYANIN PHAETHON’LARI

Yunan mitolojisinde Phaethon, Güneş Tanrısı Helios’un oğludur. Babasına yalvararak, dünyayı aydınlatan o kudretli “Güneş Arabası”nı bir günlüğüne kullanmak ister. Helios uyarır: “Bu güç senin harcın değil, atları kontrol edemezsin.” Ama Phaethon kibrine yenik düşer, direksiyona geçer. Sonuç felakettir; atları (gücü) kontrol edemez, arabayı dünyaya çok yaklaştırıp her yeri yakıp kavurur ve sonunda kendisi de yıldırımla vurularak yere çakılır. Medyanın Phaethon’ları olmayalım.

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

Yorum yazmalısınız
İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Manşet haberler
  •  
  •  
  •  
  •  
  •  
  •  
  •  
  •  
  •  
  •  
  •  
  •  
  •  
  •  
  •  
  •  
  •  
  •  
  •  
  •