MHP lideri Bahçeli'den 'Komisyon İmralı'ya gitsin' çağrısı: 'Alırım yanıma 3 arkadaşımı, kendi imkanlarımla gitmekten çekinmem!'

MHP lideri Bahçeli'den 'Komisyon İmralı'ya gitsin' çağrısı: 'Alırım yanıma 3 arkadaşımı, kendi imkanlarımla gitmekten çekinmem!'
A- A+

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, partinin TBMM Grup Toplantısı'nda açıklamalarda bulundu. MHP lideri Bahçeli, "Terörsüz Türkiye hedefinin hayat ve zemin bulması isteniyorsa İmralı'ya gidilmesine ayak sürmenin hiçbir manası olmayacaktır. Sürecin asıl muhataplarından birisiyle doğrudan temas kurulmayacaksa ilerleme nasıl kaydedilecek? Herkes İmralı’ya gidilme konusunda 3 maymunu oynarsa alırım yanıma 3 arkadaşımı kendi imkanlarımızla İmralı’ya gitmekten ve bir masa etrafında yüz yüze gelmekten imtina etmem" ifadelerini kullandı.

İşte MHP lideri Bahçeli'nin açıklamalarından satır başları:

Tam bir hafta önce hepimizi yasa boğan elim bir uçak kazası yaşadık. C-130 tipli askeri kargo uçağımız Gürcistan hava sahasında maalesef düşmüştür. 20 kahramanımız şahadete yürümüşlerdir. Üzüntümüz tarifsiz. Her birisinin ayrı hikayesi vardı. Hem asker olarak hem uzmanlık alanlarında iyi yetişmişlerdi. Naaşları 17 ilimizde toprağa verildi. Onlar faziletle ve fedakarca mücadele ettiler. Onlar Türk milletinin göklerde parlayan yıldızı oldular. 20 kahraman şehidimizin her birisine ve Hırvatistan'dan dönerken düşen uçakta şehit olan pilot Hasan Bahar'a cenabı Allah'tan rahmet diliyorum. Büyük Türk milletinin başı sağ olsun.

Uçağımızın nasıl düştüğü aydınlatılacak. Buna dair maksatlı yorumlar iyi niyetten mahrum. Zorlu ve sıkıntılı günleri dedikodu furyasına çevirenlerin maskeleri ümit ediyorum ki indirilecektir. Komplo teorilerine kapalı olunmalı. Kaza kırım ekibinin çalışmasını sabırla beklemek gerek.

Karamsarlığı sistemli bir şekilde aşılayanların önünde imanla durmaktan başka seçeneğimiz yoktur. Korkuları canlı tutmak, umutları köreltmek için yeni merciler arayan kifayetsiz muhterislere karşı dikkat etmek zorundayız.

TERÖRSÜZ TÜRKİYE AÇIKLAMASI

Suyu bulandırmaya çalışanların küstah tavırları milletimizin gözünde itibarsızdır. Her şey Türkiye içindir.

Osmanlı imparatorluğundan Türkiye Cumhuriyetine geçiş süreci TBMM'dir. Türkiye Cumhuriyeti bir demokrasi zaferi, muazzam bir halk hareketidir.

Türk devlet felsefesine hangi açıdan bakarsak bakalım, millet devlettir, devlet millettir. Terörsüz Türkiye hedefi bir devlet politikası olduğu kadar, milletin demokratik gayesidir.

"GEREKİRSE KENDİM İMRALI'YA GİDERİM"

Terörsüz Türkiye, gülen çocukların, sevinen anaların, huzurlu gelinlerin, sabırla şükür arasında ömür geçiren ümitli babaların remzidir. Terörsüz Türkiye, Terörsüz Bölge, mazlumların gelecek ve gerçekleşecek olan güvenli ve güçlü hayatlarının bereketli membaıdır. Yüze yüze kuyruğa gelinmiştir. Çıktığımız sahilde gemiler yakıldığından geriye dönüş imkanı da kalmamıştır.

Bugün 17’inci toplantısını yapacak olan Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu artık son düzlüğe girmiştir. Hazırlanması gündemde olan, sınırları millet-devlet hassasiyet ve hükümranlık haklarıyla ihata edilmesi gereken yasal, hukuki ve demokratik çerçevenin önümüzdeki sürecin yol haritası olması hepimizin ortak kanaat ve kararıdır.

Bundan sonra İmralı’ya gidecek heyetin teşekkül ve tespitinin yapılması da muhtemeldir. Günlerdir süregelen İmralı’ya gidilsin mi gidilmesin tartışmalarına bir nokta koyulmalıdır. Dürüst ve samimi ölçülerde Terörsüz Türkiye hedefinin hayat ve zemin bulması isteniyorsa, İmralı’ya gidilmesine ayak sürümenin hiçbir manası da olmayacaktır. Sürecin asıl muhataplarından birisiyle doğrudan temas kurulmayacaksa sonuç nasıl alınacak, ilerleme nasıl kaydedilecek? Şayet Meclis’te kurulan komisyon bu çerçevede karar alamazsa, hiç kimse bu ziyarete yanaşmazsa, herkes üç maymunu oynamanın merakında ısrar ederse, açık açık söylüyorum; alırım yanıma üç arkadaşımı, kendi imkanlarımızla İmralı’ya gitmekten gocunmam, çekinmem, bir masa etrafında yüz yüze gelmekten de imtina etmem.

Karanlıkta göz kırpmam, ipe un sermem, söyleyeceğim ne varsa mertçe, özgüven içinde muhatabımın gözünün içine baka baka söylerim. PKK’nın lağvedilmesinin hitamında bütün kanlı silahların ya teslimi ya da yakılması mukadder bir akıbet olarak önümüzde durmaktadır.

Suriye’de SDG/YPG’nin merkezi hükümetle entegrasyon müzakereleri, alınan mesafeler, bazı provokasyonların varlığına rağmen diyalogların günbegün makul bir çizgide seyretmesi kayda değerdir. Suriye Cumhurbaşkanı’nın ABD Başkanı’yla gerçekleşen yapıcı ve olumlu görüşmesi barışçıl arayışları kamçılamasının yanında, 10 Mart Mutabakatının uygulanması için net mekanizmalar üzerinde uzlaşılması memnuniyet vericidir.

“TERÖRSÜZ TÜRKİYE, TERÖRSÜZ BÖLGE” HEDEFLERİNİN NERESİ KÖTÜDÜR?"

Mazisi 41 yılı bulan, esasen ideolojik feyzi 1,5 asra yaklaşan ağır ve silahlı bir musibeti ülke gündeminden tamamıyla çekip çıkarmanın yanlış olan yanı nedir? İşkembeden sallayanları, takılmış plak gibi aynı ezberleri seslendirip duranları terörün bitişi niye rahatsız etmekte, niçin deliye çevirmektedir?

Ruhları vücutlarından başıboş gezen sipariş ve tasarlanmış milliyetsiz milliyetçiler, sorarım sizlere, terörün sona ermesiyle vasat bulacak şahlanmış Türkiye, tomurcuk tomurcuk açmış barış ve huzur neden uykularınızı bu kadar kaçırıyor? Müzakere yokken, mütareke yokken, taviz yokken, teslimiyet yokken, gizli pazarlık yokken, hepsine birden var demek, sürekli çürük tahtaya çivi çakmaya kalkışmak manen, ahlaken ve vicdanen utanç duyulacak bir yüzsüzlük değil midir?

"İMRALI'YA GİTMEME İZİN VERİYOR MUSUNUZ?

Dava arkadaşlarıma, buraya şereflendiren dava insanlarımıza sesleniyorum: İmralı'ya gitmeme izin veriyor musunuz? İşte milletin özü buradadır, milletin öz kararı da budur diye sesleniyorum.

İBB İDDİANAMESİ

Geçtiğimiz hafta İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni saran rüşvet ve yolsuzluk davasına havi 3741 sayfalık iddianame hazırlanmış ve mahkemeye sunulmuştur. Burada iddianamenin ayrıntılarına girecek değilim. Kaldı ki bu bizim işimiz de değildir.
Artık Türk adaleti karar ve hükmünü verecektir. Bundan kaçış ve kurtuluş yoktur. En başta CHP yönetimi olmak üzere, herkesin yargıya saygı duyması, hakim ve savcılara hakaret eden ahlaksız üsluptan sakınması gerekmektedir.

Hukukun üstünlüğü hepimiz için bağlayıcıdır. Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir. Herkes hukuk önünde eşittir. Hiç kimsenin ayrıcalığı ve imtiyazı yoktur. Ekrem İmamoğlu ve onunla birlikte yargılanan 105’i tutuklu 407 kişinin hakkında mahkemenin ne diyeceği, nasıl bir sonuca ulaşacağı, hükmü nasıl vereceği yakında belli olacaktır.

"YARGILAMA BAŞTA TRT OLMAK ÜZERE TÜM TV'LERDE CANLI YAYINLANMALI"

İddianamenin karalanması CHP’ye bir şey kazandırmayacak, bilakis korku ve kaygının tezahürü olarak değerlendirilecektir.
Bu meyanda olmak suretiyle bizim iki konuda samimi ve sahici beklentimiz vardır ve şunlardır:

1– Yargılama hızla tekemmül ettirilmeli, siyasi kuşatmaya alınarak tavsamasına ve tartışılmasına daha fazla müsaade edilmemelidir. Geciken adaletin adalet olmayacağı ortadadır. Hz.Mevlana’nın dediği gibi, adalet her şeyi layık olduğu yere koymaktır.

2- Daha önce de vurguladığım gibi, yargılama en başta TRT olmak üzere, tüm televizyonlardan canlı yayın olarak gerçekleşmelidir. Türk milleti olan biten ne varsa görüp öğrenmelidir.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni saran devasa boyutlu iddiaların mahkemede görüşülmesi ve duruşma etapların doğrudan takip edilmesi aynı zamanda hukuk ve demokrasi güvenliğimizi de destekleyecektir.  Dediğim gibi, iddianamenin ayrıntısına girmeyeceğim, zira her şey kamuoyunda biteviye tartışılmakta, bilen de bilmeyen de gece gündüz ahkam kesmektedir.

Ancak bariz ve aşikar olan bir hususun altını kalın şekilde çizmenin de büyük bir ihtiyaç olduğu düşüncesindeyim. O da şudur:
Aziz Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet Halk Partisi, adına eko-sistem denilen, bununla mündemiç organize suç örgütü olduğu ileri sürülen mafyalaşmış bir oluşum tarafından, belediyenin kaynakları, yani devletin parası kullanılarak bedeli mukabilince satın alınmıştır. İş bununla da kalmamış, müteakiben Türkiye’nin satın alınması konusunda ahlak ve yasa dışı rüşvet, ihalelerden komisyon ve yolsuzluk fırtınası esmeye başlamıştır.

Önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçiminin finansmanı amacıyla dehşet verici, dahası hırs ve ihtirasla perçinli gayri meşru, gayri hukuki bir tertip ve teşebbüsün içine girilmiştir. Zanlılar bellidir, ifadeler ve itirafçılar bilinmektedir.

Türkiye’yi satın almak için rüşvet ve yolsuzluk kulvarından mıntıka temizliğine soyunanlar çok geç olmadan yakayı ele vermişler, Türk devletinin CHP kongreleri gibi satılık olmadığını çok şükür göstermişlerdir. Bize göre iddianamenin özü ve özeti budur.

"BUNUN ADI HORTUMCULUK DEĞİL, YÜZYILIN SOYGUNUDUR"

Devamlı ekonomik sorunlardan bahseden CHP yönetimi, milletimizin verdiği vergileri, henüz bıyığı terlememiş yavrularımızın haklarını, emeklilerimizin umutlarını, çiftçilerimizin alın terlerini, esnaf, memur ve işçilerimizin nafakalarını gasp ederek siyaset operasyonuna alet etmişlerdir.

CHP’nin göz kamaştıran deprem konutlarından tutun da yol, köprü, tünel, savunma sanayii ve şehir hastanelerine varıncaya kadar yapılan yatırım seferberliğini ve muhteşem eserleri eleştirmesi artık tamamıyla boşluktadır, boşunadır, yavuz hırsızın ev sahibini bastırması gibi beyhude bir çırpınıştır. Emeklilerimizin parası CHP’nin para kulelerindedir. Milletimizin helal rızkı dolandırılmış, belediye kasası boşaltılmıştır. Bunun adı hortumculuk değil, yüzyılın soygunudur.

Ne hukuktan, ne demokrasiden, ne işsizlikten, ne enflasyondan, ne de ekonominin diğer konu başlıklarından bahsetmeye bu yolsuzluk markalarının yüzü kalmamıştır. Türk milleti kesintisiz şekilde sahnelenen ekonomik soygunların az veya çok benzerlerine defalarca şahit, maalesef defalarca da mahkum olmuştur.

Saldıran, tuzak kuran, komplo imal eden, zehir saçan ekonomik çetelerin, sermaye gruplarının, soyguncuların, rüşvetçilerin, küresel tefecilerin neyi amaçladıkları, nereye ulaşmak istedikleri vicdan sahibi her insanımızın esasen malumudur.
Dün hasta adam olarak tarif ve tanımını yaptıkları İmparatorluğumuzun bünyesinde geniş ekonomik gedikler açan, bölüşüm ve paylaşım masalarında askeri ve siyasi operasyonlar kurgulayan, hitamında da icra eden muhasım ülkelerin mütecaviz politikalarından mutlak süratte ders almak zorundayız.

Makuliyetten ve hukuk üstünlüğünden verilecek her tavizin sorunların daha da karmaşıklaşmasına, Türkiye’nin çıkmaz sokaklara sürüklenmesine hizmet edeceğini aklımızdan çıkarmamalıyız.

Dış yardıma dayanan Tanzimat devletçiliği Ermeni ve Rum Osmanlı vatandaşları arasında ilk sermaye birikiminin folluğu işlevi görmüştü. Fakat bu süreç üretim istikametine yönlenmediğinden dolayı yığılan borçlar, artan hayat pahalılığı ve yükselen enflasyon bir avuç kaymak tabaka dışında Anadolu insanını kasıp kavurmuştu. II.Meşrutiyet’in ilanından sonra dönemin müessir gazetelerinden birisi olan Tanin’de muhabir olarak çalışan Ahmet Şerif Bey Anadolu gezisine çıkmış, izlenimlerini, ilk elden tespitlerini, müşahede ettiği gelişmeleri gazetesinde yayımlamıştı.

Ahmet Şerif Bey bir defasında şunları yazmıştı: “Memleket haraplıktan, yoksulluktan, cahillikten, zorbalıktan, adaletsizlikten feryat ediyor. Halk birçok yerde ekecek tohumluk bulamıyor.”

Ne hüzün verici bir tenakuzdur ki, boğaza nazır yalılarda şiir, musiki ve sohbet toplantıları keyifle yapılırken Anadolu kan ağlıyordu. Türk milleti Duyun-ı Umumiye denen bir zilletle sınanmıştı. İmparatorluğumuzun bütün gelirleri bir çeşme gibi buraya akmıştı.

Hatta, İtalya Duyun-ı Umumiye’den aldığı borçla, yani bizim verdiğimiz krediyle, yine bize karşı yapılan Trablusgarp Savaşı’nı finanse etmişti. İlk borcu aldığımız 4 Ağustos 1854’den, son borç taksitini ödediğimiz 25 Mayıs 1954 yılına kadar tam yüz yıl borç içinde yüzdük.

1882’den 1954’e kadar aralıksız 72 yıl borç ödedik. Nice badirelerden geçerek bugünlere geldik. Hamd olsun onurumuzdan, şerefimizden, var oluş haklarımızdan asla vazgeçmedik.

Biliyoruz ki, bir Türk dünyaya bedeldir, dünyalar bizim olsa da bu cennet vatandan tavizimiz düşünülemeyecektir. Çayımıza koyacak şekerimiz yoktu, ama Çanakkale’de destanlar yazdık. Lambamıza koyacak gazyağı bulamıyor, yalnızca haşhaş yağı kullanıyorduk, ama Milli Mücadele’de düşmanın hayallerini Türk süngüsüyle yıktık.

Çünkü yoksulluğu çekebilirdik, yokluğa dayanabilirdik, ama esarete, köleliğe, teslimiyete kesinlikle tahammül edemezdik.
Yeri geldi silah bulamadık, mermi bulamadık, bunları alacak para bulamadık, kuru ekmekle öğün geçirdik, ne gam, ne tasa; elimize geçirdiğimiz küreklerle, dirgenlerle, çapalarla, taşlarla düşmana karşı koyduk.

19’uncu ve 20’inci yüzyılların zorlu dönemeçlerinde ekonomik saldırılarla milletimizi teslim alamayanların şimdiki varislerine, ülke olarak yükselişe geçtiğimiz bugünkü zaman diliminde boyun eğeceğimiz mi zannediliyor? Felaketimizin siyasetini yapmak üzere kuyruğa giren ahmaklara sessiz kalacağımız mı düşünülüyor?

Türkiye’yi ölümü göstererek sıtmaya razı etmeye çalışanlara duyarsız, duygusuz ve dirençsiz olacağımız mı hesap ediliyor?
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ten mülhem diyorum ki, para yoksa buluruz, ordu yoksa kurarız, düşman çoksa mutlaka yeneriz.
Yeter ki bir olalım, diri olalım, iri olalım, birbirimizin uzağı değil yakını olalım, karşılıklı hak ve hukukumuzu şartlar ne kadar vahim olsa da gözetmeyi ve müdafaa etmeyi bilelim.

Işık diye milleti ateşe, sonu hüsran bir tünele çekmek için çırpınanlara affımız yoktur, müsamahamız yoktur, sabrımız yoktur, merhametimiz yoktur.

Merhum Hocamız Prof. Dr. Mehmet Eröz, ekonominin soyut formül ve ilkeleri, sosyolojik muhtevayla doldurulmadığı takdirde, özü olmayan boş kalıplar olarak kalacağını söylemişti. Haklıydı, teşhisinde isabet kaydetmişti.

Sosyoloji, hayatın görünüşte bildik olan taraflarının nasıl bir başka gözle görülebileceğini ve yorumlanabileceğini anlatır.
Sosyolojik düşünmek, bugüne kadar tartışmasız kabul edilen, kesin olduğu iddia edilen görüşleri eleştirme ve sorgulama alışkanlığı kazanmaktır.

"EKONOMİ RAKAM, ORAN, YÜZDE, MATEMATİK, GRAFİKTEN ÇOK DAHA ÖTE BİR ALANDIR"

İnsanın olmadığı, ahlakın, adaletin, özgürlüğün, sosyolojinin, felsefenin, tarihin, maneviyatın, değerlerin ve milli hassasiyetlerin bulunmadığı bir ekonomide sabah kalkar döviz kuruna bakarız, akşam yatar borsaya, faize ve enflasyona kafa yorarız. Bu kısır döngüden çıkmadıktan sonra bir asır geçse bile yine aynı sorunlarla boğuşmamız kaçınılmazdır. Üstelik CHP yönetimi gibi hem suçlu, hem de mütekebbir ve üst perdeden bakanların sahte sözleriyle ekonominin karalanmasına şahit oluruz.
Ekonomi rakam, oran, yüzde, matematik, grafikten çok daha öte bir alandır, böyle de olmalıdır.

Keynes’in dediği gibi, sorun yeni fikirlerde değil, içinde yetiştiğimiz zihinlerimizin her köşesine tutunmuş eski fikirlerdir.
Modası geçmiş ekonomik düşünceler miras aldığımız kör noktalardır. Bize kendi çıkarlarımızı düşünen, birbirinden yalıtılmış, sürekli hesaplar yapan, zevkleri sabit ve doğa üzerinde egemen kişiler olduğumuzu kabullendirmek istediler. Görünmez el metaforuyla sömürünün çarkını çevirdiler.

Piyasayı eşrefi mahlukat olan insanın önüne geçirdiler. 20’inci yüzyıl ekonomisinin yakasına rasyonel insan portresi astılar.
Oysaki her insanın rasyonel olması, her sakallının dede olması kadar saçma bir beklentiydi. Aslında hepimiz aynı şeylerden konuşuyoruz, fakat konuştuğumuz şeyin ne olduğu konusunda hala anlaşabilmiş değiliz. Alışıldık düşünce ve ifade kalıplarından kaçma mücadelesi veriyoruz, fakat henüz tam bir sonuç almış sayılamayız.

Eski teorik şemaları yıkan yeni keşifler yapmadıkça, daha adil, daha insani, daha vicdani, daha hakkaniyetli, daha eşitlikçi, daha paylaşımcı bir dünyaya ve küresel ekonomiye ulaşmamız sadece entelektüel bir sızlanma olarak kalacaktır. Bugünkü şartlarda dünya nüfusunun yüzde 20’si açlıkla ve yetersiz beslenmeyle yüz yüzedir. Açlık ve mutlak yoksulluğun hiç yenilmeyen veya israf edilmiş yiyeceklerin yüzde 10’uyla tamamen ortadan kaldırılması yapılan araştırmalarla ortadadır. Ne ekonomi eski ekonomidir, ne de dünya eski dünyadır.

"EKONOMİDE YEPYENİ BİR ZİHNİYET DEVRİMİNE ERTELENEMEZ İHTİYACIN OLDUĞUNU GÖRMELİYİZ"

Çok yediğinden obez olan çocukların olduğu dünya ile hiç yemediğinden eti kemiğine yapışmış çocukların olduğu dünya korkunç bir çelişkidir, böylesi bir düzen Allah’ın nizamı olarak da görülemeyecektir. Ekonomide yeni bir hikayeye, milli ve manevi değerlerimizle temerküz etmiş yepyeni bir zihniyet devrimine ertelenemez ihtiyacın olduğunu görmeliyiz. Hem büyümeyi, hem sosyal gelişmeyi, hem de sosyo-ekonomik kalkınmayı sağlamak zorundayız. Önümüze dikilen bentleri birlikte aşmalıyız. Kronik ve konjoktürel hastalıkları kalıcı olarak tedavi etmeliyiz.

"HARAMZADELERLE HESAPLAŞMALIYIZ"

Devletin kasasına sızan, milletin kesesini yağlamayan haramzadelerle hesaplaşmalıyız. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni örümcek ağı gibi saran yüzyılın rüşvet ve yolsuzluk damarını kesip atmak hususunda sonuna kadar cesur olmalıyız.
Türkiye ekonomisi toparlanma ve düze çıkma aşamasındadır.

Enflasyon düşecek, hayat pahalılığı bitecek, kişi başına düşen gelir insanca yaşamaya dayanak olacaktır. Ezcümle fiyat istikrarı, finansal istikrar ve makro ekonomik istikrar Allah’ın izniyle sağlanacaktır. Fakat bu amaca ulaşabilmek için yolsuzluk bataklığını kurutmak da mutlak bir zorunluluktur. Bizim temennimiz, herkesin ahlaki sorumlulukla elini taşın altına koymasıdır.
“Örtünme, beslenme ve barınma” sorunlarının hep birlikte, vicdan seferberliğiyle üstesinden gelmek mümkündür.

Karanlıktan şikayet etmek yerine bir mumda biz yakabilir, bu ışıkta ise yeryüzü refahına kısa zamanda ulaşırız. Bu duygu ve düşüncelerle sözlerime son verirken hepinizi saygılarımla selamlıyor, Cenab-ı Allah’a emanet ediyorum. Sağ olun, var olun diyorum."

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

Yorum yazmalısınız
İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Manşet haberler
  •  
  •  
  •  
  •  
  •  
  •  
  •  
  •  
  •  
  •  
  •  
  •  
  •  
  •  
  •  
  •  
  •  
  •  
  •  
  •