Uzman Psikolog Esra Tanrıverdi yazdı…
Şeker Fabrikaları, sadece sanayide üstünlük ve ekonomik kazanç anlamına gelmezdi; aynı zamanda sağlığı, dürüstlüğü, adaleti ve toplumun ortak değerlerini temsil ederdi.
Ziraat Yüksek Mühendisi olan babam, 35 yılını Türkiye Şeker Fabrikaları’na adamış bir müdürdü. Ülkemizin dört bir yanında kurulan fabrikalarla o şehirleri, kasabaları kalkındırdı; köylüyü pancar ekmeye ikna etti. Şeker Fabrikaları, bizim için yalnızca bir iş yeri değil, yaşam biçimiydi.
Babam, koskoca bir şeker fabrikasının müdürüydü.
O dönemlerde validen ve kaymakamdan sonra gelen en önemli devlet adamlarından biri sayılırdı. Ancak babam devletin malına en ufak bir zarar gelmesine asla izin vermezdi. Makam arabasını ailesine kullandırmaz, gece kaloriferleri kapattırır, kendisine teklif edilen rüşvetleri geri çevirirdi. Hatta çimene kaçan topumuza dahi göz açtırmazdı. Bekçiyi sıkı sıkıya tembihlerdi: “Çimene kaçan top olursa önce benim kızımın topunu keseceksin!” Öyle bir ortamda, müdür kızı olarak şımarmak mümkün değildi.
Şeker Fabrikaları, dürüstlüğün, çalışkanlığın ve adaletin yaşandığı yerlerdi. Memuru ve işçisi aynı kolonide oturur, aynı sosyal haklara sahip olurdu. Sabah kapımıza bırakılan süt, yoğurt, yumurta, hatta et; hepsi fabrikanın kendi çiftliklerinde üretilir, hem temiz hem de uygun fiyatlı olurdu. Üç bin, beş bin kişinin çalıştığı devasa fabrikalarda büyüyen bizler, daha beş yaşında adab-ı muaşeret kurallarını öğrenirdik.
Şeker fabrikaları, hayatlarımızı şekillendiren bir okuldur aslında; sevgi, saygı ve paylaşmayı orada öğrendik.
Bununla birlikte, Şeker Fabrikaları, sanatın, kültürün ve sporun merkeziydi. Sinema salonlarından yüzme havuzlarına, futbol sahalarından tenis kortlarına kadar her şey vardı. Fabrikaların bünyesinde kurulan Şeker Spor Kulübü sayesinde, basketbol, güreş, futbol gibi birçok spor dalında başarılar elde edilirdi. Fabrikalar, çevrelerine sadece ekonomik katkı sağlamakla kalmaz, aynı zamanda sosyal hayatı da canlandırırdı.
Şeker Fabrikaları bizim için vefayı temsil eder. Babam, 35 yılını adadığı bu kurumdan aldığı rozetini, son nefesine kadar yakasında taşıdı. Fabrikaların kapanmasıyla sadece sanayi ve tarım zarar görmedi; aynı zamanda toplumun ortak değerleri de yitirildi.
Bugün, Türkiye’nin dört bir yanında kurulan bu kaleler yavaş yavaş kapanıyor. Atatürk, Alpullu Şeker Fabrikası’nı ilk ziyaretinde şu sözleri yazmıştı:
“Alpullu Şeker Fabrikasını gezdim. Gördüğüm vaziyetten çok memnun kaldım. Müessesenin daha tevessü etmesini ve şimdiye kadar olduğundan fazla muvaffak olmasını dilerim. Memleketimizin her müsait mıntıkasında şeker fabrikalarının çoğalması ve bu suretle memleketin şeker ihtiyacının temini mühim hedeflerimiz sırasında tanınmalıdır.”
Ne büyük bir vizyondu bu!
Atatürk’ün, “Her fabrika bir kale” dediği o yıllarda, şeker fabrikaları hem üretimin hem de kalkınmanın simgesiydi. Ancak bugün, bu kaleler birer birer yıkılıyor. Türkiye’nin şekeri düşüyor.
Bugün şeker fabrikalarının kapatılmasıyla sadece ekonomik bir değer değil, bir dönemin ruhu da kayboldu.
Şeker Fabrikaları’nın yalnızca ekonomik değil, toplumsal bir hafıza olduğunu unutmamak gerekiyor. Biz Türkiye’nin Şeker Çocukları, bu büyük hikâyeyi hatırlatmaya devam edeceğiz. Çünkü bir gün bu kalelerin yeniden inşa edilmesi gerektiğini biliyoruz.