Emrah Uslu'nun yazısı…
Size zannediyorum bir önceki yazılarımda çocukluğum üç kadınla birlikte geçtiğini söylemiştim sevgili okuyucu. Öyle bir çocukluk düşünün biri ergenliğin hemen başında bir teyze diğeri orta yaşların en güzeli yolun yarısında ve artık menopoz evresine doğru yürümekte olan hatta tam hatırlamıyorum belki de evreyi geçmiş olan bir anneanne…Tam üç kadın ve bir erkek çocuğu.
90'lar Türkiye’sinde bir çocuğum ve bu üç kadınla yaşıyorum…Bir gün geldi beni bi salın artık dedim ve bugün 38 yaşında o kadına ve doksanlara şükreden koca bir adamım…neden mi şükür ediyorum?....
**
Sabah olmuş uyanmışım saat yedi bir uyanıyorum evde bir aseton kokusu ne hikmetse severim bu kokuyu bana o yıllarımın sabahlarını hatırlatır hep…Benim ergen teyzem ojelerini çıkartıp yenisini sürmek için hazırlık yapıyor.
Bu arada önceki renk kırmızıydı değişiklik olsun diye bu sefer karpuz kırmızısını sürüyor. Önce ki hangi kırmızı mıydı? Çilek kırmızısı. Televizyonda Ece Erken’in metrelerce fax okuduğu klip 95 programının tekrarı var. Canlı olarak öğlen yayınlanırdı sabahçıyken öğlen eve geldiğimde denk gelirdim.
Ebru Gündeş ‘Fırtınalar’ çalıyor. Allah Allaaaaahhhhhh beee…hastasıydım. Bir ara bu Ebru Gündeş fanatikliğimi ayrıca anlatırım sayın okuyucu…Neyse biz devam edelim. O aseton kokusu ve Ebru kızın tavşan dişlerinin arasından çıkan sesle uyumak mümkün değil zaten…
Kalktım bir baktım kızarmış ekmek kokusu geliyor mis gibi uuffff….Mutfağa bir daldım anneannem yine döktürmüş ama ev bildiğin Fin hamamı sobayı öyle bir yakmış ki kahverengi soba boruları olmuş pancar gibi. O zamanların soba üstü çek ası vardır bilenler bilir. Çamaşırlar bırak kurumayı nem falan kalmaz bildiğin meyve kurusu gibi olmuş. Dışarıda kar var.
Annem çoktan Haydarpaşa Tren Garı’nın yolunu tutmuş garibim işe gitmiş. Ne yapsın kadın okuması gereken bir evladı ve dönmesi gereken bir ev ekonomisi çarkı vardı…Neyse bu konuyu da başka bir yazıda konuşacağız sevgili okuyucu. Ben sofrayı görünce tabi hemen yumuldum tam o anda bizim süslüden bir bağırtı koptu. Süslü mü kim? E daha önceki yazılarımı okusaydın bilirdin? Hah bak okuyanlar hemen söyledi bile…süslü anneannem.
-Emraaahhh git taze ekmek al hadi çocuğum.
Yahu arkadaş bir evin tek çocuğu olmak kaderi nedir yahu? Nedendir? Fırından aldığım sıcak ve kızarmış ekmek ikilisi sofrada en güzel yerleri kapmış biz kahvaltıya oturduk kahvaltı ediyoruz…Star TV'nin S’sinin mavi olduğu yıllar o dönemler çok da güzel bir dizi var…
Şimdilerde hem oyuncu hem de yazar kimliği ile örnek aldığım oyunculardan usta Zafer Algöz’ü ilk o dizide tanıdım. Dizinin adı “Komşu Komşu” olmalı yanlış hatırlamıyorsam. Bir apartman dairesinin tavan arasında ev ahalisinden habersiz yaşayan bir ailenin ev ahalisi ile yaşadıklarını konu alan eğlenceli bir diziydi. O biter arkasından Rosalinda başlar hastasıyııımmmm….o bitmeden bir bakmışım saat 12.00 oluvermiş.
Anneannem – E haydi oğlum okul saati geldi.
Ben – E kızarmış ekmek?? Sıcak ekmek?
Aha soğumuş…ne yapalım yarın sabaha artık.
**
O yıllarda bir üst komşumuz var İbrahim ağabey hasta GS'lı.
Yıllarca komşu olduk aile olduk. Ben babamı iki yaşımda kaybettiğimde geldik anneannemin yanına…tam 20 yıl birlikte yaşadık. Henüz dört yada beş yaşımdayım İbrahim ağabey yukarıdan bağırıyor gür ve keskin bir tonla…
-Emraaahhh en büyük Gassaray söyle bakayım.
Ulan ağzımız doğuştan sarının yanında laciverte alışmış söyler mi bu çocuk…
Dedemiz Fenerbahçe efsanesi Lefter’in rakı arkadaşı, boks takımında sporcu, ağabeyim canım ciğerim teyzemin oğlu Ahmet hasta Fenerli, e baba desen en büyük mirası Fenerbahçe…Bu çocuğun dili nasıl desin cim-bom-bom…
Hiç unutmam bir gün bize geldiler baktım elinde bir GS forması var İbraaam abimin…Bunu giyersen sana tetris alacağım. O gün hem İbrahim ağabeyi kırmayayım hem de biraz daha ısrar ederse kırmamak için giyebilirim diye tuvalete gidiyorum ayağına evden kaçmıştım. Akşam eve geldiğimde hala gitmediklerini görünce eve girmeyip karşı komşu Zeynep teyzeye gitmiştim. İbo kafaya koymuş beni Gaaassaylı yapacak ama bu çocuk yemeeezz. Benim bu hayatta sarının yanında telaffuz edebileceğim tek renk lacivert be anacım kanımızda var ne yapalım.
**
Doksanlar demek tuttuğun takımda demektir benim için.
Öyle ki “Ali Şen başkan Fenerbahçe şampiyon” sloganı hangi doksanlarda çocuk olmuş FB’linin aklına kazınmamıştır sorarım sana ey okuyucuuuuu….pardon biraz yükseldim sanırım ama elde değil be doksanlar konumuz bir de üzerine Fenerbahçe…Ama fener o zamanda aynı Fener Rüştü Kemalettin’e, Kemalettin Tayfur’a, Tayfur yine Kemoya o yine Rüştü’ye iki ileri bir geri Fenerbahçe. Saç baş yoluyoruz yine.
Şimdi mevzu neden doksanlardan futbola geldi deme mevzu yine doksanlar sevgili okuyucu …Benim birçok yazımda doksanları duyacak, okuyacak, anımsayacak ve iç geçirip maziyi anacak sonra dertlenip bir büyük açacak yok yok yahu şaka…dert yok yeterince dertliyiz zaten Ülkecek ben seni o yıllara bir götürüüp getireceğim seni. Birlikte anacak, gülecek, yeri gelecek sö…..Neyse anladın sen onu sevgili okuyucu eee ben devam edeyim o zaman…
**
Geçtiğimiz günlerde Netflix’te Terim belgeselini izledim. Evet izlediim. Niye izlemeyeyim? Bir hayat öyküsü, bir başarı hikayesi var. Şimdi fanatizm yüklü sarı lacivert yüreklerin bana kızdığını duyar gibiyim. Kızmayın abilerim, ablalarım, kardeşlerim. Ben olaya Fatih Terim olarak baktım sadece insan, baba, dede olan Fatih Terim nerelerden nerelere gelmiş, başarılarının, kaybedişlerinin öyküsünü merak ettim. Adana’nın bağrından kopuk memleketin en köklü ve güçlü kulüplerinden Galatasaray’a, Floransa’ya Milano’ya uzanan bir hikaye neticesinde…Bir Fenerbahçeli olarak Avrupa kupasını aldıktan sonra Fatih Terim'e teklif götürdüğümüzü bu belgeselde duydum ilk defa. Olur yada olmaz orasını bilemem ama zaten olmazdı bazı şeyler olmaz, olamaz, olduramazsınız ne vaad ederseniz edin ne yaparsanız yapın.
Belgeseli izlerken aklıma 2000 yılında ki o Avrupa kupasının alındığı maçı izlediğimiz gün geldi.
Doksanların hemen sonuydu. Hayat Milenyum dedikleri şeyin gelişi ile başka bir yere evrilmeden hemen önceydi.
O gün daha sabahtan hazırlık yapılmaya başlanmıştı. Cips, çikeleta, birkaç çeşit alkol ve dahası…
Akşam oldu maç başladı. Tüm ev ahalisi acayip kalabalığız maç fena tempolu hayt, huyt derken normal süre bitti…uzatmalar…İçimiz hop hop takım akıyor güm pat taktik maktik yok bam bam bam….Sonra hooop penaltılar, Popescu ve kupa bizde yani Türkiye’de. Olay GS olayı değil ki milli bir durum var ortada. E bir de Hagi var tabi…Evet Alex ile beraber bu Ülkeye gelmiş en iyi yabancı futbolcudur benim için. Onu da gördüm bu belgeselde görmez olaydım o an dedim ki zalımsın ulan zaman, hayınsın.
Doksanlarda çocuk olmak demek UEFA kupasını alan GS'da demek benim için…sağdan bindirip tek başına maçı çeviren Hagi demek benim için…Faruk süren saat kaç oldu diyen Ali Şen demek… Ve aynı Ali Şen’in purosunda yanıp kül olan FB şampiyonlukları demek.
Doksanlarda çocuk olmak demek Schumacher demek…Rıdvan demek…Boliç, Baliç, Okocha, Högh demek…Uche'nin kırılan bacağı demek…Kaleci Engin genç Tarık demek…yani benim için ne kadar güzel yanı varsa doksanların onların en güzelidir Fenerbahçe.
Benim için doksanlarda, İkibinlerde, geçmişte, gelecekte daima Fenerbahçe.
26.09.2022
Pazartesi / Ataşehir