MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun tutuklanmasının ardından CHP'nin organize ettiği protesto gösterilerine tepki göstererek, "Sokak çare değildir. Sokağa davet edilenlerin karşısına 15 Temmuz'da olduğu gibi başkaları dikilirse kaçınılmaz çatışma nasıl önlenecek, olayların önüne nasıl geçilecektir?" ifadelerini kullandı.
5 Şubat'ta geçirdiği kalp kapakçığı ameliyatı sonrası evinde dinlenen MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Türkgün gazetesine gündemle ilgili değerlendirmelerde bulundu. Dün ilk kısmı yayınlanan açıklamaların bugünkü bölümünde Bahçeli, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun da tutuklandığı İBB operasyonu ve sonrasında CHP'nin organize ettiği protesto gösterileriyle ilgili görüş bildirdi.
"CHP ÇATIŞMADAN BESLENİYOR"
İmamoğlu protestoları için CHP'yi ve medyayı hedef alan Bahçeli, "Her uyarısında haklı çıkan partimiz, CHP'nin sorumsuz tutumunun yol açacağı sonuçlarla bir kez daha haklı çıkmayı asla arzu etmemektedir" dedi.
"Türk siyasetinde samimiyet ve dürüstlük tercih değil zorunluluktur" diyen Bahçeli, "Zira anayasa ve kanunlar bunu vazetmekte, siyasetin doğası kucaklayıcı bir üslubu gerekli kılmaktadır. Cumhuriyet Halk Partisi'nin yürüttüğü siyaset ise çatışmadan beslenen, halka tepeden bakan, onu ıslah etmeye çalışan, millî iradeyi yok sayan seçkinci bir anlayıştır" açıklamasında bulundu.
Bahçeli, şu ifadeleri kullandı:
"CHP'nin başlattığı, bazı kadrolu yorumcular tarafından da desteklenen, büyük bir şuursuzluk ve tahammülsüzlük örneği olan sokak çağrıları, Türkiye'nin çok tehlikeli bir sürece sokulmaya çalışıldığına işaret etmektedir. Bu çağrı, toplumsal huzuru tehdit ettiği için kamu düzenin bozmaya dönüktür. Topluma kin ve nefret saçan müzmin Cumhur İttifakı hasımları, ümitsiz vaka siyasetçiler, her türlü yalanla, 'Cumhur İttifakı gitsin, ülke yanarsa yansın' anlayışıyla demokrasi dışı arayışlara zemin oluşturma niyetlerini malum televizyon kanallarında açık etmektedirler."
"MEDYA YORUMCULARI SUÇ İŞLİYOR"
"Medya yorumcuları büyük bir sorumluluk içinde hareket etmelidir" diyen Bahçeli, "Toplumu kaosa, şiddete veya isyana yönlendiren yorumlar, hukuki ve ahlaki sorumlulukların ihlali anlamına gelmektedir. Medyanın barış, birlik ve sağduyuyu teşvik eden bir platform olması gerekirken, toplumun güvenini ve huzurunu sarsacak söylemlerle kışkırtıcı bir üslup takınması, etik ilkeleri aşan bir suç hâlidir" değerlendirmesinde bulundu.
Devlet Bahçeli'nin açıklamaları şöyle:
Son günlerde Cumhuriyet Halk Partisi’nin başlattığı, bazı televizyon kanallarının kadrolu yorumcuları tarafından da desteklenen, büyük bir şuursuzluk ve tahammülsüzlük örneği olan sokak çağrıları, Türkiye’nin çok tehlikeli bir sürece sokulmaya çalışıldığına işaret etmektedir.
Bu çağrı toplumsal huzuru tehdit eden sonuçlar doğurabilecek niteliktedir ve bu yönüyle kamu düzenini bozmaya dönüktür.
Demokrasi ve özgürlüklerin kullanılması adına yapıldığı ileri sürülse de demokrasi dışı arayışların tezahürüdür ve asla samimi ve masum değildir.
Mevlana’nın “Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol” sözü, samimiyet ve dürüstlüğün insan hayatındaki önemini en sade şekilde ifade eden evrensel bir öğüttür.
Samimiyet yalnızca bireysel bir erdem değil, toplumsal düzen ve ahlaki değerlerin de temelini oluşturmaktadır.
Toplumda güven duygusunu da pekiştiren samimiyet, aynı zamanda bireylerin, kurumların ve siyasetin en temel meselelerinden de birisi halindedir.
Günümüzde, bazı evrensel değer ve kavramların ve toplumsal birliği temsil eden ahlaki ilkelerin, gerçek anlamlarının dışında kullanılmaya başlanması, siyasette samimiyet sorununu daha da derinleştirmiştir.
Bu değerlerin, kişisel veya siyasi çıkarlar doğrultusunda araçsallaştırılması ve istismar edilmesi, yalnızca toplumsal güveni değil, demokratik düzeni de ciddi şekilde zedelemektedir.
Muhalefetin bilimsellikten ve gerçeklikten uzak, yalnızca popülist söylemlere dayanan politik yaklaşımları, siyaset kurumunun güvenilirliğini sorgulanır hale getirmektedir.
Nitekim bugünkü CHP siyaseti ahlaki ilkelerden ve samimiyetten uzak, yalan ve iftiraya dayalıdır.
Kendi kuruluş değerleriyle barışık olmayan Atatürk’ün aziz mirasına ihanet içerisindeki CHP, başkalarına da doğru ve dürüst olamamaktadır.
Oysa siyaset, bireysel veya partisel çıkarlar uğruna değerleri istismar etmek yerine, samimiyetle toplumun tüm kesimlerini kucaklayan, evrensel ahlak ve bilimsel gerçekliği merkeze alan bir anlayışı benimsemelidir.
Ancak bu şekilde demokrasi, hukuk ve toplumsal barış gerçek anlamını bulabilecektir.
Nurettin Topçu; “Ahlaksız siyasetin sonu zulümdür. Ahlak, siyasetin vicdanıdır.” derken, Cemil Meriç; “Ahlaktan yoksun bir siyaset, toplumun temellerini dinamitlemektir.” demektedir.
Bu sözler adeta CHP’nin bugünkü yöneticilerine söylenmiş ders mahiyetindedir.
CHP ve yandaşlarının toplumu isyana çağıran bir tutum içinde olması, siyasi ahlaktan uzak, hem toplumun huzurunu hem de demokrasiyi tehdit eden bir aymazlıktır.
Bu söylemler toplumsal gerilimi ve kutuplaşmayı tırmandırırken kin ve nefret dilinin yaygınlaşmasına yol açmakta, ülkemizin birliğine kast etmektedir.
Daha da üzücü hatta utanç verici olan ise, bazı medya yorumcularının bu sorumsuz söylemleri desteklemesi ve körüklemesidir.
Medya yorumcularının, toplumu bilgilendirme ve bilinçlendirme görevlerini yerine getirirken büyük bir sorumluluk içinde hareket etmeleri meslek ilkelerinin de bir gereğidir.
Söz ve yorum özgürlüğü demokratik bir hak olmakla birlikte, bu özgürlüğün kamu düzenini bozacak, halkı isyana teşvik edecek şekilde kullanılması asla kabul edilemez.
Toplumu kaosa, şiddete veya isyana yönlendiren yorumlar, hem hukuki hem de ahlaki sorumlulukların ihlali anlamına gelmektedir.
Medyanın, barış, birlik ve sağduyuyu teşvik eden bir platform olması gerekirken toplumun güvenini ve huzurunu sarsacak söylemlerle kışkırtıcı bir üslup takınması etik ilkeleri aşan bir suç halidir.
Demokrasinin vazgeçilmez unsuru olan medyanın ahlaki ilke ve standartlara uygun hareket etmesi için, idari ve hukuki düzenlemelerin yapılmasının yanı sıra medyanın kendi özdenetim mekanizmalarının geliştirilmesi de sağlanmalıdır.
Medya kuruluşlarının imkanlarını kamuoyunu yanlış yönlendirecek şekilde kullanmaları önlenmelidir.
Peşinen söylemek gerekir ki, toplumu yönlendirme gücü olan medyanın sadece basın özgürlüğüyle izah edilemeyecek yıkıcı yayınlar yapmasının önüne geçilmesi şarttır.
Şiddeti, kaosu ya da demokrasinin dışına çıkmayı teşvik etmek bir özgürlük alanı olamaz.
Temel haklardan biri olan ifade özgürlüğünün kullanımı, toplumsal barış ve kamu düzenini koruma gibi sorumluluklarla dengelenmelidir.
Siyasi partilerin ve televizyonların, toplumu sokağa çağırması, şüphesiz ki toplumsal düzeni tehdit eden sonuçlara yol açabilecektir.
Tarihte birçok örnek, bu tür eylemlerin genellikle provokasyonlar veya kontrolsüz grupların müdahaleleri sonucu çatışmalara dönüştüğünü göstermektedir.
Çeşitli dinamiklerin devreye sokulmasıyla ülkemizde yaratılacak gerilim, kutuplaşma ve hatta çatışma iklimi, telafisi imkansız olayların meydana gelmesine sebep olabilecektir.
Şiddet ve çatışma kuşkusuz kalıcı çözümler üretmekten uzaktır.
Siyasetin sağlıklı çözümler üretme fonksiyonundan uzaklaşan Cumhuriyet Halk Partisi, belli ki iktidarı, tarihin çöplüğündeki kirli sayfaları yeniden açarak elde etmeye yönelmiştir.
Oysa demokrasiyi ve Atatürk’ü araçsallaştırma peşinde olanların, milli iradeye ve seçilmişlere saygı göstermenin demokrasinin ve toplumsal huzurun güvencesi olduğunu iyi bilmeleri gerekmektedir.
Toplumun tüm kesimlerini kucaklayacak, barışı ve kardeşliği esas alan bir yaklaşım, toplumu güçlendiren en önemli unsurdur.
Demokrasi ve insan hakları bahanesine sığınarak kamu düzenini tehdide yeltenenlerin görmezden geldiği husus şudur.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS), ifade ve toplantı özgürlüklerini tanımakla birlikte, bu hakların sınırsız olmadığını açıkça belirtmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 11’nci maddesi, toplantı ve örgütlenme özgürlüğünü güvence altına alırken,
- Kamu düzeninin korunması,
- Toplumun güvenliği,
- Suç işlenmesinin önlenmesi,
- Başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması, yönünde kısıtlamalar getirmiştir. Hatta aynı maddede, silahlı kuvvetler, kolluk kuvvetleri veya devlet idaresi mensuplarınca bu hakkın kullanılmasına meşru sınırlamalar getirilebileceği belirtilmiştir
Bu yönüyle de kamu düzenini bozacak, toplumun huzurunu tehlikeye atacak eylemlerin engellenebileceği ifade edilmiş ve gerektiğinde devlet otoritesi tarafından bazı kısıtlamaların getirilebileceği evrensel hukukta bir norm halini almıştır.
Zira güvenliğin olmadığı bir yerde özgürlükten, demokrasiden ve insan haklarından söz etmek mümkün değildir.
Demokratik hukuk devletinde sorunların çözüm yolu sokaklar değil, diyalog ve hukuki mekanizmalardır.
Toplumun bir kesimini şiddet içeren veya kaotik hareketlere yönlendirmek, demokrasiyle bağdaştırılamaz.
Toplumda farklı görüşlerin ve kesimlerin bir arada uyum içinde yaşayabilmesi, demokrasinin temel değerlerine saygıyla mümkündür.
Türkiye demokratik bir hukuk devletidir.
Demokratik bir toplumda fikir ayrılıkları, şiddet ve çatışma yerine diyalog ve müzakere yoluyla çözülmeli, tüm kesimler, ortak bir gelecek için birlik duygusuyla hareket etmelidir.
Bunun için en önemli platform da Türkiye Büyük Millet Meclisidir.
Meclisimiz etkin ve güçlü bir şekilde görevini icra ederken, sokakları işaret etmek demokrasiyi hiçe saymakla birlikte gazi meclisimize saygısızlıktır.
Birlik ruhu ve anlayışı, bireylerin sadece kendi çıkarlarını değil, toplumun huzuru ve ortak çıkarlarının gözetilmesini de gerektirir.
Bu da ötekileştirici değil, kucaklayıcı ve dayanışmacı bir anlayışı teşvik eder.
Demokrasi, halkın iradesini sandık yoluyla ifade ettiği ve seçilmişler aracılığıyla yönetimi mümkün kılan bir sistemdir.
Milli irade, halkın egemenliğinin temel dayanağıdır ve demokratik toplumlarda her şeyin üstünde tutulmalıdır.
Anayasa’nın 6’ncı maddesi “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Türk milleti, egemenliğini Anayasanın koyduğu esaslara göre yetkili organları eliyle kullanır.” hükmünü amirdir.
O organlar seçimdir, sandıktır, millettir, kurumlardır.
Ziya Gökalp’in yaklaşımıyla; Türk halkı, kıymet hükümlerimizin, kültür hayatımızın, medeniyet tasavvurumuzun nihai sahibidir.
Bu doğrultuda milli iradeye dayanan seçilmişlere saygı göstermek, demokratik sürecin ve hukuk devletinin olmazsa olmazıdır.
Eleştiri demokratik bir haktır; ancak bu hak, milli iradeyi ve seçilmişlerin meşruiyetini hedef alan, şiddet içeren yıkıcı yöntemlere dönüşmemelidir.
Milli iradeye ve halkın kararlarına yönelik tehditlerin yalnızca hükümeti değil, aynı zamanda demokrasiyi de hedef aldığı açıktır.
Demokrasiyi, insan haklarına saygıyı ve hukukun üstünlüğünü temel ilke kabul eden Cumhurbaşkanlığı
Hükümet Sistemi; dayandığı katılımcı, kapsayıcı ve uzlaşmacı demokratik anlayışla milli birliği sağlamak için uygun bir hukuki zemin de oluşturmuştur.
Etrafımızdaki ateş çemberi dikkate alındığında, milletimize yönelik tarihi husumetler hatırlandığında ve güncel risk ve tehditler dikkate alındığında milli birlik ve beraberliğin hayati önem taşıdığı açıktır.
Ancak CHP, tam da bu ortamda demokrasi çerçevesini ve siyasi ahlak ilkelerini zorlayan bir tutuma girerek, toplumda telafisi imkânsız sonuçlar doğurabilecek bir yanlışlığın içindedir.
Hatırlanacağı gibi Cumhuriyet tarihinin çeşitli dönemlerinde yapay kutuplaşmalar toplumsal yarılmalara, millî birlik ve beraberliğin örselenmesine sebep olmuştur.
Her kritik aşamada, Türkiye’nin sıçrama yapacağı her durumda tedavüle sokulmaya çalışılan “alevi-suni, Türk-Kürt, laik-antilaik, asker-sivil, devlet-millet, demokrasi-cumhuriyet, yoksul-zengin, işçi-işveren” gibi konular ayrışmanın, cepheleşmenin ve toplumsal kargaşa yaratmanın araçları olarak kullanılmaya çalışılmıştır.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçildikten sonra da bunların arasına “tek adam rejimi” yalanı eklenmiştir.
Cepheleşmeye dönüştürülmeye çalışılan bu alanlar üzerinden özellikle bazı televizyon kanallarında toplumsal isyana teşvik, ülkede kaos ve kargaşa çıkarmak için aleni çağrı yapılmaktalar.
Seçilmiş olmak suç işleme özgürlüğü kazandırıyor gibi davranılmaktadır.
Kimi zaman sığınmacıları, emeklileri, işçi ve memurları istismar eden, kimi zaman karıştıkları yolsuzluk ve usulsüzlüklere yapılan müdahaleleri bahane eden, kimi zaman da ülkemizin demokratik yönetim sistemini karalayan, bilimsel ve hukuki gerçekliği bulunmayan yalanlarla toplumda karşıtlık oluşturmaya çalışılmaktadır.
Topluma kin ve nefret saçan, müzmin Cumhur İttifakı hasımları, ümitsiz vaka siyasetçiler her türlü yalanla “Cumhur İttifakı gitsin, ülke yanarsa yansın” anlayışıyla demokrasi dışı arayışlara zemin oluşturma niyetlerini malum televizyon kanallarında açık etmektedirler.
Sahibinin sesi bu siyaset ve medya çürümüşleri toplumsal isyanın Cumhuriyet Halk Partisine üye vatandaşlarımızın öncülüğünde başlaması gerektiğini de söylemektedirler.
Oysa Türkiye’de sokak olayları yaşandı ve geçmişin acı tecrübeleri de henüz unutulmadı.
Yaşanan sokak olaylarının sosyal maliyeti hem devrimciler hem de ülkücüler açısından çok yüksek oldu.
Bunların sonucunda Türkiye’ye ödetilen ekonomik, sosyal ve siyasi bedel milletimizin hafıza kayıtlarındadır.
O sebeple sokaklar çare değildir.
Şayet sokağa davet edilenlerin karşısına 15 Temmuz’da olduğu gibi başkaları dikilirse kaçınılmaz çatışma nasıl önlenecek, olayların önüne nasıl geçilecektir? Sokak çağrısı yapan provokatörler acaba o vakit ortada bulunacaklar mı yoksa çoktan ülkeyi terk etmiş mi olacaklar. Bunlar, aynı zamanda da Türkiye’de tek adam rejimi olduğuyla yatıp kalkanlardır.
Rejim değişti yalanını söylemeye devam edenlerdir.
Demokratik seçimleri, milli iradeyi yok sayanlardır.
Milletin desteğini almaya çalışmak yerine sokaklardan hareketle anti demokratik süreçlerden medet umanlardır.
Bu amaçla her türlü tahrik, istismar ve yalandan çekinmeyenlerdir.
Hatırlatmak isterim! Tek adam olan yerde seçim olmaz. Demokrasiden eser bulunmaz.
Milletin yüzde 52’sinin oyunu alarak seçilen Cumhurbaşkanı, tek adam olarak ifade edilemez.
CHP’nin seçim başarısızlığını gizlemek için hükumet sistemini günah keçisi ilan etmekten vazgeçmeyenler tek adam iftirasını hangi hukuka, hangi bilimsel esasa ve hangi vicdana dayandırmaktadır?
Türkiye, çok şükür darbe ve muhtıralarla, istikrarsızlık, kaos ve kargaşalarla anılan parlamenter sistemden Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemiyle kurtulmuş, ayağındaki prangaları söküp atmıştır.
Demokrasisi güçlenmiş, temsil adaleti artmış, daha etkin bir yönetim kabiliyeti kazanmıştır.
Türkiye’de isteyen herkes siyasi parti kurma hak ve özgürlüğüne sahiptir.
Halihazırda 176 siyasi partinin kurulmuş olması ve bağımsızlar hariç 16 siyasi partinin TBMM’de temsil edilmesi Türkiye’nin çok sesli bir demokratik düzene sahip olduğunun en somut göstergesi değil de nedir?
Bu siyasi partilerin program ve politikalarını, ilkelerini, topluma vadettikleri ne varsa rahatça her platformda ortaya koyabilmeleri de mümkündür.
Esas olan siyaset yapma hakkını kullanırken demokrasiye ve hukuka bağlılıktır.
Toplumsal kaynaşmayı, milli birlik ve bütünleşmeyi esas almaktır.
Buna uygun program ve politikalar ile yol ve yöntemleri ortaya koyabilmektir.
Kavgayı ve cepheleşmeyi teşvik etmek, barış ve huzur ortamını yok etmek için toplumu isyana çağırmak değildir.
Hal böyle iken demokratik düzende, katılımcılıkla topluma faydalı çözümler üretilmesi gerekirken, insanları cephelere ayırarak sokak çağrısı yapmak nasıl bir şuursuzluk ve sorumsuzluktur?
Sokakların karşıtlık ekseninde karıştığı bir ortamda sokak çağrısı yapan televizyonlar hedef alınırsa kışkırtıcılar bunun altından nasıl kalkacaklardır?
Hem siyasetçiler hem de medya sahipleri akıllarını başlarına almalı, ateşle oynamaktan vaz geçmeli, sorumluluk içinde ve aklıselimle hareket etmelidir.
Cumhuriyet Halk Partisinin iktidar olamadığı, iktidarı sandıkta kazanamadığı her dönemde anti-demokratik yöntemlere başvurmaktan, kardeşliği hedef almaktan, milli birliği yaralamaktan geri durmadığı siyasi tarihimizin gerçeğidir.
Cumhuriyet Halk Partisinin takip ettiği siyaset bugün de Türk Milletinin egemenlik ve tarihsel haklarıyla temelden ve bütünüyle çatışan bir siyasete dönüşmüştür.
Bu yönüyle Cumhuriyet Halk Partisi vatana ve millete, toplumsal bütünlüğe alenen karşı tavırdadır.
Esasen Atatürk’ün vefatından sonra kurulan Cumhuriyet Halk Partisi hükümetleri dönemlerinde de
Türkiye’nin hayrına önemli bir hizmet ve eser maalesef ki ortaya konulamamıştır.
Dahası, Atatürk’ün 15 yılda inşa ettiği yapıları yok etmek isteyen CHP, bu haliyle Atatürk’ün kemiklerini sızlatmıştır.
Cumhuriyet Halk Partisi muhalefette kaldığı dönemlerde de Türkiye’nin ekonomik kalkınmasına öncülük eden büyük projelere karşı çıkışlarıyla hafızalara kazınmıştır. İtiraz etmedikleri büyük proje neredeyse yoktur.
CHP sözcüleri, AK Parti hükümeti dünyanın en doğru işini yapsa bile yanında olmayacaklarını açıkça söylemişlerdir.
Milletin hayrına olacak her işe karşı çıkan CHP, “Suriye’de ne işimiz var” “Libya’da ne işimiz var” diyerek katil Esad’ın ve Hafter’in yanında saf tutmaktan bile çekinmemiştir.
Biden’dan demokrasi ve iktidar dilenerek milli iradeyi yok saymış, emperyalist güçlerden medet umarak Atatürk’ün “tam bağımsız Türkiye” ülküsünün aksini yapmış, dahili ve harici bedhahların sözcüsü ve savunucusu olmaktan utanmamıştır.
Türkiye’yi dışarıya şikayet etmiş, yabancı ülkelerden yardım istemiştir.
CHP zihniyeti, Türk milleti’nin değerlerini, inançlarını, kültürünü tartışma konusu haline getirmiştir.
Cumhuriyet Halk Partisinin geçmişi “boykot da bir, işgal de bir” anlayışıdır.
Bunu dillendiren CHP genel başkanının açıklamasından sonra ülkemizde nelerin yaşandığı, nasıl bir felaket tablosunun ortaya çıktığı ve Türkiye’nin sürüklendiği kardeş kavgası milletimizin hafızasındadır.
Boykot bir hak, işgal ise suçtur.
Bugünkü CHP yönetimi sokak çağrısı yaparken acaba hala bu düşüncede midir?
Demokrasi dışı arayışlara davetiye çıkarıp darbe beklentisi içine mi girmiştir?
Yoksa, Gezi eylemlerinde ve 15 Temmuz’da yapamadıklarını şimdi yapabileceklerini mi sanmaktadır?
Şayet bu düşüncede iseler geçmişin tecrübe edilen karanlık dönemlerine özlem duyanlar, bunun ağır bedelini de ödemeye hazır olmalıdır.
Zira demokrasiye şaşı bakan kim varsa karşımızdadır.
Bizim demokrasiye, mevcut hükumet sistemine ve büyük başarılara imza atan hükümetimize, “Türk ve Türkiye Yüzyılı” hedeflerine bir bir ulaşacağımıza inancımız tamdır.
Türkiye geriye sarmayacak, milletimiz aynı tuzağa bir daha çekilemeyecektir.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemiyle lider ülke ülkümüz gerçekleşecektir.
Etrafımızdaki kaotik ortama rağmen Türkiye siyasi ve ekonomik istikrarı yakalayarak huzur ve refahını günden güne artıran, demokrasisini güçlendiren gıpta edilen bir ülkedir.
Parlamentosunu 14 Mayıs 2023 tarihinde, Cumhurbaşkanını 28 Mayıs 2023 tarihinde, mahalli idare organlarını da 31 Mart 2024 tarihinde seçmiş, milli irade hükmünü yakın zamanda vermiştir.
Türkiye’de demokratik süreç bütünüyle işlemektedir.
Hal böyle iken CHP ve yandaşlarının, medyadaki destekçilerinin demokrasi ve hukuk tanımaz tavırlarla ortalığa dökülmesinin anlamı nedir?
Tüm siyasi partiler gibi CHP’nin de millete yönelik projelerle seçim kazanmak için çalışmak yerine kullandığı anti demokratik dil ve eylemleri kabul görmeyecek, buna yeltenenlere millet bedelini ödetecektir.
Milliyetçi Hareket Partisi, toplumsal dayanışma ve uzlaşma kültürünün geliştirilmesine büyük önem vermektedir.
Temel millî ve insanî değerler ile millî ülküler ve hedefler konusunda sağlanacak bir toplumsal uzlaşma, Türkiye’nin hayatî meselelerde görüş birliği içinde olmasını mümkün kılacak ve geleceğe dönük plân ve programların işbirliği içinde uygulamaya konulmasını kolaylaştıracaktır.
Ancak, uzlaşma kültürünün gelişmesi ve toplumsal destek bulması için siyasî alanda da uzlaşmanın tesis edilmesi gerekmektedir.
Türkiye’de ilk çok partili seçimlerin yapıldığı 21 Temmuz 1946 tarihinden 9 Temmuz 2018 tarihine kadar geçen yaklaşık 72 yılda 51 hükûmet görev yapmış, parlamenter hükûmet sisteminin uygulandığı bu dönemde hükûmetlerin ortalama ömrü bir yıl beş ay düzeyinde olmuştur.
Bu denli kısa ömürlü hükûmetlerin yanı sıra, koalisyon ve hükûmet kurma çalışmaları, güvenoyu alma süreci ve Mecliste yapılan Cumhurbaşkanı seçimlerinde yaşanan krizler, önemli zaman kayıplarına ve istikrarsızlıklara neden olmuştur.
Siyasal istikrarsızlıklar, Türkiye’yi ekonomik ve sosyal yönden olumsuz etkilemiş, hatta demokrasi dışı müdahalelere zemin hazırlamıştır.
Türkiye, darbelerin ceremesini çok çekmiş, acı ve ağır faturalarına katlanmak durumunda kalmıştır.
Demokrasi dışı müdahaleler, her defasında yıkım getirmiş, Türkiye’yi hedeflerinden uzaklaştırmış, on yıllarımızı kaybettirmiştir.
Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi, Cumhuriyet tarihimizin üçüncü ve ilelebet var olmasını temenni ettiğimiz millî birlik ve dayanışma evresidir.
Güçlü devlet, güçlü yönetim, demokratik istikrar gayeleri yeni sistemin ana omurgasıdır.
Yasama, yürütme ve yargı organlarının kendi içinde daha güçlü, daha bağımsız, denge ve denetleme mekanizmalarının etkin çalıştığı bir yapıya kavuşması bu sistemin taşıyıcı kolonlarıdır.
Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi, Türkiye’nin önünü açmıştır.
Millî güvenliğimizle ilgili hızlı ve etkin kararların alınmasını kolaylaştırmış, devlette çift başlılığa neşter vurmuş, yönetimde istikrar ve temsilde adalet anlayışının hâkim kılınmasında önemli bir başarı sergilemiştir.
Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi, Türk milletinin tarihî misyonuna, devlet geleneğine uygun bir yönetim modelidir.
Türkiye’de parlamenter sistemin uygulandığı dönemde demokratik süreçlere ve seçilmiş iktidarın yönetme yetkisine vesayetçi odakların ortak olma çabaları sonucu aksak ve arızalı yapıların doğmasına yol açılmıştır.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemiyle bu yapılar bir bir tasfiye edilmiş, edilmeye devam edilmektedir.
Bize göre Türkiye’nin demokratik siyasî tecrübesi, yaşanan onca acı olaydan ders çıkarılmasını gerektiren bir zenginliktedir.
Milliyetçi Hareket Partisi; 1960 ve 1970’lerin şartlarını hatırlatan, kaos ve kargaşa senaryolarını, radikalleşme eğilimlerini, Türk tarihinin birçok evresinde Türk devletine ve milletine yönelik tehditlerin nasıl beka meselesine dönüştüğünü bilmektedir.
Partimiz, üniversitelerden başlatılan adımların nasıl romantik gerillacılığa ve ardından bir tedhiş hareketine dönüştüğünü, etnik ayrılıkçılığın hangi dış kaynaklı ideolojinin kundağında ve nasıl bir zeminde geliştiğini, hangi değerlerimiz kaşınarak ülkedeki kaos ve kargaşa ikliminin yaratıldığı bilgisine de sahiptir.
Milliyetçi Hareket Partisi; tarihimizin en büyük ihanetlerinden olan 15 Temmuz 2016 hain darbe girişiminin öncesinde FETÖ’nün devleti ele geçirme hedefini nasıl herkesten önce fark etmiş ve uyarılarda bulunmuş ise aynı öngörüyle sokak çağrılarının doğuracağı sonuçları da bilerek CHP’yi bir kez daha uyarmaktadır.
Çünkü MHP’nin siyaset sahnesinde var olmasının yegâne anlamı, Türk devletinin ve Türk milletinin bekasını, huzur ve refahını temin etmektir.
Birçok uyarısı zaman içinde doğrulanmış, haklılığı defalarca teyit edilmiş olan Partimizin söylediklerinin bir erken uyarı olarak değerlendirilmesi gerektiğini ikazen hatırlatıyorum.
Her uyarısında haklı çıkan Partimiz, CHP’nin sorumsuz tutumunun yol açacağı sonuçlarla bir kez daha haklı çıkmayı asla arzu etmemektedir.
Tarihimizin çeşitli dönemlerinde yapay kutuplaşmalar toplumsal yarılmalara, milli birliğin örselenmesine sebep olmuştur.
Oysa milli birliğin güçlendirilmesi, milli bekanın teminindeki en etkili unsurdur.
Milli birliğin ve toplumsal alanda sağlanabilecek bir mutabakat zemininin olmazsa olmazlarından birisi de siyasetteki uzlaşma dinamiklerinin güçlendirilmesi, toplumsal hayata yön veren siyaset kurumunun istikrarlı yapılar halinde tutulabilmesidir.
Sosyal alandaki bütünleşme, siyasetteki uzlaşma dinamiklerinin güçlendirilmesiyle yakından ilişkilidir.
Siyaset alanında sürdürülebilir çözümler üretilmesi gereken temel sorun ise siyaset kurumunun ve siyasi partiler rejiminin istikrarlı, köklü ve kalıcı yapılara dönüştürülme ihtiyacıdır.
Bugün 170’den fazla siyasi partinin olması siyaset alanının genişlemesi anlamına gelse de bir yandan da siyasette cılız ve istikrarsız yapıların oluşmasına ve toplumsal bölünmüşlüğe de işaret etmektedir.
Böyle bir yapı siyasetteki sağlıksız oluşumların, istikrarı bozucu unsurların, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin etkin yapısına uygun olmayan kırılganlıkları ortaya çıkarmaktadır.
Sorumlu siyaset anlayışının bir gereği olarak “önce ülkem ve milletim, sonra partim ve ben” şiarı ile siyaset yapan Partimiz, zorlu dönemlerin aşılmasında, egemenlik haklarımıza sahip çıkılmasında, milli birliğimizi muhafazada ve demokrasinin önünün açılmasında her zaman tarihî bir görev üstlenmiş, önemli bir fonksiyon ifa etmiştir.
Çünkü Milliyetçi Hareket Partisi şerefli mücadelesini, ülkemizi ve milletimizi güvenli bir geleceğe taşımaya yeminli bir kararlılıkla yürütmektedir.
Partimiz şartlar ne olursa olsun Türkiye’nin millî varlığına ve tarihî misyonuna sahip çıkmıştır, çıkmaya devam edecektir.
Milliyetçi Hareket Partisi, “çatışmacı değil uzlaşmacı, ayrıştırıcı değil bütünleştirici, kavgacı değil barışçı, ötekileştirici değil kucaklayıcı, bölen değil birleştiren, kaostan değil huzurdan beslenen, sorumluluk için gayret gösteren, Türkiye’yi ve Türk milletini geleceğe birlikte taşıma iradesini” ortaya koyan bir siyasî partidir.
Bu anlayış, Türk milletinin tarih ve kültür potasında erittiği değerler bütününü esas alan “kapsayıcı, kucaklayıcı ve uzlaşmacı” tavrımızın yansımasıdır.
O sebeple tüm vatandaşlarımızı “Her şeyden önce Türkiye” ve “Herkes eşittir Türkiye” anlayışı ile “millî birlik ve kardeşlikte buluşmaya, Türkiye’nin kutlu geleceğini hep birlikte inşa etmeye” çağırmaktadır.
Milli birliğin tesisine hayati önem atfeden Partimiz, program ve politikalarında toplumsal uzlaşma alan ve dinamiklerini ortaya koymakta, bunu hayata geçirmek için gayret göstermektedir.
Toplum kesimleri arasında siyasi, sosyal ve ekonomik anlamda sağlanabilecek asgari uzlaşmanın toplumda geniş tabanlı bir uzlaşmayı tesis edebileceğine inanmaktadır.
Etnik kökeni, dini inancı, cinsiyeti, mezhebi, siyasi ve ideolojik aidiyetine bakılmaksızın devletimizin kuruluş esaslarına, Cumhuriyetin temel niteliklerine bağlılık, ülkemizi hep birlikte geleceğe taşımaya dönük kararlılık, bunun için yeterli olacaktır.
Böylesi bir uzlaşma vasatının oluşturulmaya çalışıldığı bir ortamda CHP’nin ve cumhur ittifakı karşıtı küçük partilerin toplumu isyana, ayaklanmaya, sokağa çağıran tutumları söz ve eylemleri tekraren ifade etmek gerekir ki demokratik düzene aleni saldırıdır.
Toplumda da karşılık bulmayan bu tavır, siyasetin sağlıklı bir zeminde gelişmesine, olgunlaşmasına ve kurumlaşmasına sekte vurmaktadır.
Başta CHP olmak üzere cepheleşmeden medet uman siyasi partileri, televizyon sahiplerini, yorumcuları, siyasi ikbalini sokakların şiddetine bağlamış olan düşkünleri uyarıyorum.!
Demokrasi dışı arayışlara girişenler bedelini ödemeye de hazır olmalıdır !
Milli birliğin güçlendirilmesine ve terörsüz Türkiye’nin inşa edilmesine provokasyonlarla mani olma arzusunda olanlar kaybedecektir.
Kim olursa olsun emperyalizme uşaklık edenler bu topraklarda yeşeremeyecektir.
Terör, sabotaj, provokasyon, isyan ve benzeri düşünce sahipleri emellerine ulaşamayacak, Türkiye’nin huzur iklimini bozmak isteyenler asla başaramayacaktır.
Türkiye’nin yükselişine kimse mani olamayacak, Türk ve Türkiye yüzyılı adım adım inşa edilecektir.
Bunun için Türkiye’nin önemli bir şansı olarak gördüğümüz Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine ve Cumhur İttifakına inançla sahip çıkıyoruz.
Erol Güngör’ün “Türk halkının kararlarına güvenmek gerekir; çünkü Türk halkı tarihte hiçbir zaman yanlış bir karar vermemiştir.” ifadesinden ilhamla; Türk milletinin ferasetine güveniyor, basiret ve karakterinin yüksek, iradesinin sağlam, verdiği kararların da doğru olduğuna inanıyoruz.