Av. Tutku Sena Sönmez Kıraç'ın yazısı;
Evlilik birliğinin kurulması ile kadın eşinin soyadını alır ve yıllarca memleketim dediği şehirde bulunan kayıt kapatılarak muhtemelen daha evvel hiç görmediği bir ilin adını dahi duymadığı bir ilçesine “kütük” taşıması yapılır.
Herkesin bildiğinin aksine eski Başbakanlardan Tansu Çiller’in eşi Özer beyin eşi Tansu Çiller’in soyadını aldığına ilişkin halk efsanesi doğru değildir. Zira ilgili dönemde mevcut Türk Medeni Kanunu buna izin vermiyordu. Özer Çiller mahkemeye başvurarak kendi soyadını Çiller olarak tescil ettirmiş, akabinde evlilik gerçekleştiği için Tansu hanımın soyadı aynı kalmıştır. İlgili düzenlemenin yapılması 2014 senesini bulmuştur.
Kadının evlenmeden önce farklı evlendikten sonra farklı bir kişi gibi muamele görmesi karşısında söz konusu işlemlerin Anayasanın 10. maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesine aykırı olduğu kanaatinde isem de, kadınlara 2014 yılından itibaren bekârlık soyadlarını da eşlerinin soyadı ile birlikte kullanma hakkı veren düzenleme ve sonrasında meydana gelen değişikliklerin olumlu olduğunu kabul etmek gerekir.
Nitekim Anayasa Mahkemesi’nin kadınların evlendikten sonra bekârlık soyadlarını kullanamamalarını bir insan hakları ihlali olarak değerlendirmesi de bu yönü ile son derece önemlidir.
İlgili düzenleme sonrası kadınların tek bir dilekçe ile evlenmeden önce kullandıkları bekârlık soyadlarını eşlerinin soyadından önce kullanmaları mümkün hale gelmiştir.
Ancak günümüzde halen kadınların bekârlık soyadlarını tek başına kullanmak istemeleri halinde Aile Mahkemelerinde eşlerine karşı dava açmaları gerekmektedir. Bu durum kadının evlilik devam ederken de yalnızca kendi bekârlık soyadını kullanabilmesini mümkün kılması karşısında olumlu olduğu düşünülse de, bir kadının senelerce taşıdığı ve tanındığı soyadını tek başına kullanabilmek için bir dava açmasının gerekmesi ve yargılama gideri ödemek zorunda kalması son derece üzücüdür.
Gerçekten de, hukuka uygun olan ve eşitliğin bir uzantısı olarak olması gereken kadınların bu hususta seçim hakkına sahip olmaları ve söz konusu işlemlerin mahkeme kararına gerek olmaksızın bir dilekçe ile yapılabilmesidir.
Boşanma davası sonrası ise kadınlar uzun yıllar boyu kullandıkları eşlerine ait soyadlarını bırakarak, bekârlık soyadlarına geri dönmekteler.
Bu durum özellikle akademisyen ve isim ile marka haline gelinebilen mesleklere mensup olan kadınların iş ve sosyal hayatlarında ciddi sorunlar yaşamalarına sebep oluyor.
Örneğin yalnızca eşinin soyadını kullanan bir akademisyenin boşanma sonrası eski makalelerine erişimin zorlaşması ve veri tabanlarında ilgili makalelere ulaşılabilmesi için eski eşin soyadının bilinmesi gerekmekte, makaleyi yazan kişinin aynı kişi olup olmadığının tespiti zorlaşmaktadır. Veyahut eşinin soyadı ile mesleki ün kazanmış bir kişinin boşanma sonrası iş hayatının etkileneceği tartışmasızdır.
Uygulamada çok karşılaşılmasa da Türk Medeni Kanununun 173. Maddesi bu hususta yaşanabilecek sorunlara karşı kadınları korumak amacı ile kadının, boşandığı kocasının soyadını kullanmakta menfaati bulunduğu ve bunun eski eşine bir zarar vermeyeceği ispatlanırsa, istemi üzerine hâkim tarafından eski eşinin soyadını kullanmasının mümkün olduğuna dair bir düzenleme yapmıştır.
Bu kapsamda boşanma davasının kesinleşmesini müteakip bir yıl içerisinde eski eşin soyadının kullanılmaya devam edilebilmesi amacı ile dava açılabilmesi mümkündür. Dava olmaksızın resmi olarak ilgili soyadın kullanılması mümkün olmadığından sürelere dikkat edilerek muhakkak dava açılmalıdır.
Görüldüğü üzere, kadının eşinin soyadını alması çok kolay iken, yalnızca bekârlık soyadını kullanmak istemesi veya boşanma sonrası eşinin soyadını kullanmaya devam edebilmesi için dava açması gerekmesi Anayasanın eşitlik ilkesine aykırı olsa da, ilgili düzenlemelerin mevcudiyetinin dahi olumlu değerlendirilebileceği dönemlerdeyiz.
Kadınların kendi soyadları üzerinde tek söz sahibi oldukları ve bunun için bir mahkeme kararına ihtiyaç duymadıkları günlerin yakında gelmesi ümidi ile...