Toplumun temel taşı olarak tanımlanan aile Türkiye’de her zaman sarsılmaması ve bozulmaması gerektiği şeklinde değerlendirilmiş, buna bağlı olarak her zaman ve her koşulda korunmaya çalışılmıştır. Ancak günümüzde, kadınların her geçen gün daha da bilinçlenmesi ile artık şiddet gördükleri, can güveliklerinin bulunmadığı evlilikleri “her zaman ve her koşulda” sürdürmediklerini görüyoruz. Av. Tutku Sena Sönmez Kıraç'ın yazısı şöyle;
Boşanma denince herkesin aklına velayetten sonra gelen ilk konu olan nafaka artık günümüzde gündelik hayatımızın rutin tartışma konularından birisi haline gelmiştir. Nafaka, Türk Dil Kurumu tarafından “…Birinin geçindirmekle yükümlü bulunduğu kimselere, mahkeme kararıyla bağlanan aylık…” olarak tanımlanmakta ve Türk Medeni Kanununun 175. Maddesi ve devamında düzenlenmiştir.
Türk Medeni Kanunun 175. Maddesinin metni çok açık olsa da, senelerdir Türkiye’de nafaka tartışmaları asla çözülemeyen bir kargaşa ve hukuki dayanaktan yoksun gerekçelerle tabir-i caiz ise adeta bir paradoks haline geldi.
Bunun en büyük sebebi ise kulaktan kulağa yayılan bilgiler ve erkek egemen dünyanın getirdiği bazı yanılgılar. Örneğin, ilgili Türk Medeni Kanununun 175. Maddesinde hiçbir şekilde cinsiyet tanımlaması yapılmadığı halde sadece kadınların nafaka alacaklısı olabileceği gibi bir anlayış hâkim. Bu bilgi hiçbir şekilde doğruluğu olmayan, ataerkilliğin “Erkek adam kadından para mı alır?” algısının en bariz örneği aslında.
Uzun yıllardır tartışma konusu olan nafakanın süreye bağlanması veyahut nafakanın yalnızca müşterek çocuklara bağlanması gerektiğine yönelik yorumlar ve bu konularda yasal düzenleme yapılması talebi hiçbir şekilde kabul edilemez. Zira böylesine düzenlemelerin ekonomik özgürlüğü olmayan şiddet mağdurlarını mutsuz ve can güvenliği olmayan bir ortamda yaşamaya devam etmek mecburiyetinde bırakmak dışında herhangi bir amaca hizmet etmeyeceği açıktır.
Nafaka tartışmalarında en çok öne sürülen 3 iddia ve Türk Hukuku kapsamında cevapları;
1. İddia: Nafaka sadece kadınlara bağlanır, erkeklerin nafaka hakkı yoktur.
Böyle bir iddianın hiçbir hukuki dayanağı yoktur. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 10. Maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesi gereği zaten böyle bir uygulamanın olması mümkün dahi değildir. Nafaka takdirinde mahkemeler tarafların cinsiyetlerini değil, boşanma halinde yoksulluğa düşüp düşmeyecekleri hususunu dikkate alır. Kaldı ki nafakanın kanuni dayanağı olan Türk Medeni Kanununun 175 ve devam maddelerinde hiçbir şekilde cinsiyete dayalı bir ayrıma da gidilmemiştir.
Ancak her ne kadar artık böyle şeylerin yaşanmadığını düşünmek istesek de, okumasına izin verilmeyen, çalışma hayatından o veya şu sebeple koparılan kadınların kendilerini güvence altına alacak ekonomik özgürlüklerinin olmadığı acı bir Türkiye gerçeğidir. Bu kapsamda boşanma sebebi ile yoksulluğa düşecek kesimin çoğunluğunun kadınlardan oluşması, üzerine sayfalarca tartışılabilecek olan cam tavan sorunu, eğitimde eşitlik hakkı, toplumsal cinsiyet eşitliği ve kreş hakkı gibi sonu gelmez sorunlar ile ilgilidir. Bu sorunların çözülmemesi sebebiyle çoğunlukla kadınların nafaka alacaklısı olması yalnızca kadınların nafaka alabileceği anlamına gelmemektedir.
2. İddia: Kadın nafaka olarak adamın maaşının tamamını alıyormuş.
Yaşadığımız dijital çağda hepimizin elinin altında olan internet üzerinden Yargıtay’a ait kararlara ulaşmak artık mümkün. Bu kararlara azıcık dahi göz gezdirildiğinde çok bariz bir terim göze çarpacaktır: “Hakkaniyet”. Zira mahkemelerce takdir edilen nafaka tutarları tarafların geçim koşulları, yaşam standardı, gelir durumu, bakmakla yükümlü olduğu kimseler dikkate alınarak hesaplanır. Şayet tarafların gelir durumu eşit ise yoksulluk oluşmadığından mahkemece nafaka bağlanmaz, eğer taraflardan birisinin gelir durumu çok daha iyi ise bakmak yükümlü olduğu kimse olup olmadığı ve zorunlu giderleri nazara alınarak alışmış olduğu yaşam standartlarını koruyacak düzeyde nafaka ödemesine hükmedilir. Dolayısıyla hiçbir şekilde maaşının tamamını nafaka olarak ödeme gibi bir durum söz konusu olamaz.
3. İddia: Kendim geçinemediğim halde mahkemenin bağladığı nafakayı ömür boyu ödemek zorundayım, hayatım karardı.
Nafakanın süresiz olması ömür boyu ödenmesi gerektiği anlamına gelmez. Mahkemeler nezdinde nasıl nafakanın arttırılması talep edilebiliyorsa değişen ekonomik koşullar, sosyal şartlarda meydana gelen değişiklikler ve artan ihtiyaçlar doğrultusunda nafakanın azaltılması veya nafaka alacaklısının artık nafakaya ihtiyacının kalmadığı ispat edilerek nafakanın azaltılması veya kaldırılması için dava açılabilir.
Sonuç olarak, söz konusu nafaka iddialarının aslı ve hukuki dayanağı yoktur. Ancak ısrarla bu sebeplerin sıralanması, nafakanın belirli bir süre ile sınırlı olacak şekilde düzenleme yapılması talebi, kadınlara değil yalnızca çocuklara nafaka bağlanması isteği erkek egemen toplumun kadına yüklediği ağır yüklerin ve beklentilerin vücut bulmuş halidir.
Böylesine hukuki düzenlemelerin “kocadır döver de sever de”, “biz eskiden çok dayak yerdik yavrum, sonra sonra düzeldi, sen sabret kuzum yuvanı yıkma” gibi ipe sapa gelmez düşünce sahiplerinin elini güçlendirmekten başka bir amaca hizmet etmeyeceği açıktır.
Her ne kadar geçmişte kaldığı sanılsa da, herhangi bir okula gitmesine izin verilmeyen, okulu bitirse dahi çalışmasına izin verilmeyen veya çocuğuna bakmak için iş yaşamından kopan, erken yaşta zorla evlendirilen kadınlar Türkiye’nin en acı gerçeklerindendir.
OECD tarafından 2019 yılında yapılan araştırmada OECD’ye üye 36 ülke arasında kadına karşı şiddetin yüksek olduğu ülke sıralamasında en ön saflarda iken böylesine düzenlemelerin kadınların şiddet gördüğü, eziyet çektiği ve can güvenliğinin bulunmadığı evlerde yaşamaya mecbur bırakmaktan başka bir sonucu olmayacaktır.
Bu sebeplerle nafaka uygulamasında herhangi bir değişikliğe gidilmemeli, artık bu nafaka paradoksu son bulmalıdır. Nafaka ödediği için mağdur durumda olduğunu düşünen kimseler ise yargı yoluna başvurarak nafakanın azaltılmasını veya kaldırılmasını istemelidir.