Gazeteci Fatih Altaylı, tatilini yarıda bırakıp eve döndüğünü duyurdu...Altaylı, dönüş gerekçesini de açıkladı.
Emniyet Müdürlüğü, Emniyet Genel Müdürlüğü, milletvekilliği, İçişleri Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı yapan Mehmet Ağar’ın yöneticiliğini yaptığını marinayla ilgili “çökme” itirafından sonra Türkiye’de artık kişilerin malları, varlıkları, edinimleri üzerinde bir devlet garantisi olmadığının, garantinin ancak güçlü, etkili kişiler vasıtasıyla elde edilebileceğinin anlaşıldığını savunan Altaylı, “Bütün bunların nedeni yargının çökmesi” ifadelerini kullandı.
Fatih Altaylı, “Yargı çökünce, herkes bir yere çökebiliyordu” dediği yazısını manidar bir göndermeyle bitirdi ve “Tatili erken kesip eve dönüyorum. Yokluğumdan istifade bizim eve de çökmesinler. Ne olur ne olmaz” diye yazdı.
Altaylı’nın Habertürk’teki yazısının ilgili kısmı şöyle:
Yargı çöktüyse çökerler
Böyle bir fiili durumun olasılık dahilinde olduğundan haberdar olmamızın nedeni aslında ne Sedat Peker’di ne de dün akşam Meral Akşener’in Habertürk’te söylediği gibi “Paramount Otel”e çökülmüş olması.
“Çökme” kavramını bize ilk öğreten bu ülkede Emniyet Müdürlüğü, Emniyet Genel Müdürlüğü, milletvekilliği, İçişleri Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı yapmış ve oğlu da AK Parti’den milletvekilliği yapmakta olan bir isim oldu, Mehmet Ağar.
Öncelikle ondan duyduk, bugünün Türkiye’sinde mafya olarak adlandırılan hukuk dışı yapılanmaların insanların ya da şirketlerin tapulu mallarına, kayıtlı şirketlerine, menkul ya da gayrimenkullerine “çökebileceğini”.
Ağar, Türkiye’nin ve belki de dünyanın sayılı güzel marinalarından biri olan Yalıkavak Marina ile ilgili kendisine yönelik iddialara “Ben olmasan buraya mafya çökerdi” dedi.
Mehmet Ağar’ın bu cümlesi ile Türkiye artık kişilerin malları, varlıkları, edinimleri üzerinde bir devlet garantisi olmadığını, garantinin ancak güçlü, etkili kişiler vasıtasıyla elde edilebileceğini en “devlet”ağızdan duymuş oldu.
Gerçi Ağar oluşan tepkiler üzerine bu söylemini değiştirip “dil sürçmesi” ne getirdi işi ama laf ağızdan çıkmıştı.
İlk söylenilen gerçekti.
Nitekim arkasından başka “çökmeler”de ortaya çıktı.
Bodrum’da bir güzel otele de çökmüştü birileri.
Gücü yeten istediği yere çöküyordu.
En güvenilir kurum olması gereken devletin verdiği “tapu senedi” artık karşılıksız çıkabiliyordu.
Herkes gücü yettiğince bir yerlere çökebiliyordu.
Ve tüm bu “çökmelerin” nedeni yargının “çökmüş’ olmasıydı.
Vatandaşın güç odaklarına karşı son savunma hattı olan ve gücü gücü yetene olmasın diye güvendiğimiz yargıydı aslında asıl “çökmüş” olan.
Yargı çökünce, herkes bir yere çökebiliyordu.
Peki devlet böyle bir şeye nasıl izin verebiliyordu?
O kadarını bilecek noktada değilim.
Ama yıllar önce iş dünyasının önemli isimlerinden biri ile artık iş dünyasında olmayan bir başka işadamının dedikodusunu yapıyorduk.
O iş adamının yanında çalışan pek çok yönetici hızla zenginleşiyordu ve çok açık biçimde işadamını soyuyordu.
İş dünyasının önemli ismine, “Peki bunu siz görüyorsunuz, biz görüyoruz da o işadamı görmüyor mu?” diye sordum.
“Patron çalıyorsa, yöneticisi de çalar?” dedi.
Meseleye profesyonel bakış bu herhalde.
Ona da aklım ermez.
Ama bildiğim bir şey var, tatili erken kesip eve dönüyorum.
Yokluğumdan istifade bizim eve de çökmesinler.
Ne olur ne olmaz!